Flört Oyunları...

Aile Hayatımız

Âileler, toplumun aynaları ve yapı taşları… İşte bu yapı taşları ne kadar sağlam olursa, yapının kendisinin de öyle olacağı hayaliyle harcanmalı emekler… Fakat söz konusu emekler yetmiyor demek ki; her geçen yıl daha fazla yuvanın parçalandığını haber alıyoruz. Bu uğurda her bir ferdin, üzerine düşeni bir îman şuuru ve hassasiyeti ile yerine getirmesi; bu yaraların sarılmasında mutlaka fayda sağlayacaktır.

Yaklaşık yirmi beş yıllık tecrübe ve müşâhedemizle harmanladığımız, pek çok boşanma hâdisesinin ışığında tefekkürümüze başlayalım. Evvelâ yuva kurulmadan önceki sürecin ehemmiyetinden bahsedelim; ardından da nice hayallerle başlanan evliliklerin hangi sebeplerle sarsılacağını ve boşanmayla sonuçlanabileceğini, çözüm teklifleri ile birlikte sıralayalım:

EVLİLİK ÖNCESİ DEVRE

Toplumun öz değerlerinden hızla uzaklaştığı çağımızda, evlilik öncesi süreçte pek çok farklı yaklaşım göze çarpıyor. İstişâreden çok, duyguların akışının takip edildiğini, avâmî tabirle “elektrik alınması”nın (!) neredeyse birinci öncelik hâline geldiğini görüyor, duyuyoruz. Âilelerden habersiz görüşme ve buluşmalar, pek çok gencimizi hayal kırıklıkları ve acı tecrübelerle tanıştırıyor.

 “-Dest-i izdivâcınızı talep ederim!..” edep ve nezâketinden fersah fersah uzaklarda, hızına ayak uyduramadığımız iletişim (!) çağındayız. Sanal ortamlarda pek çok mahrem bilgi ve resimler paylaşılıyor. Yabancı sayısız erkeğin eline resmini dağıtmaktan farksız fotoğraf paylaşımları, “Sadece izin verdiklerim görebilir” diye kendini kandırarak yapılıyor, çoğu zaman... Halbuki hiç de öyle sınırlı kalamayacağını cümle âlem biliyor. Sonra gelsin “hayranlık”lar, arkadaşlık ve “çıkma” (!) teklifleri…

Sahi nedir bu “çıkma”? Lügatimizde bu mânâ ve mahiyette olmayıp son yirmi yılda yerini yavaş yavaş sağlamlaştıran bu kavram, gittikçe daha çok sıradanlaşıyor. Evlilik öncesi neredeyse olmazsa olmaz bir tanışma safhası, güyâ...

“-Sizin içiniz fesat, biz sadece arkadaşız!..” diyorlar bir de...

İzleyerek büyüdükleri TV dizi ve filmleri, Avrupa’nın kokuşmuş toplum yapısından kopyalanıp yapıştırılmış pek çok çarpık misalle dolu çünkü... Çizgi filmlerden başlıyor, kız-erkek arkadaşlıklarının işlenişi…

İLK ADIM: AİLE EĞİTİMİ

Evlilik öncesi süreçte en mühim adım, doğru ve zamanında eğitimdir. Hayatımız ve ölümümüzün Allah için olması gerektiği prensibi ile evliliğin de Allah için ve onun ölçüleriyle yapılması hedeflenmeli. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in duâlarını süsleyen “hidâyet, takvâ, iffet, gönül zenginliği” kavramları, gençlere tanıtılmalı. Îmânın âdeta bir şartının da hayâ olduğu hatırlatılarak gençlerin, hevâsının arkasından sürüklenen kalabalıklara uymasının önüne geçmeye çalışılmalıdır.

Ebeveynlerin, ergenlik çağına giren gençlerin yalan yanlış bilgilerle kirlenmesine fırsat vermeden; kendisiyle rahatça konuşulup danışılabilecek yakınlık ve güvenilirlikte olması çok mühimdir.

Öncelikle ebeveynlerin meseleye bakışlarını, pergelin sâbit ayağını Kur’ân ve Sünnet’e oturtacak şekilde yeniden gözden geçirmelerinde fayda var.  Kur’ân ve sünnet çizgisi, kişiliklerde yeterince sabitlenmemişse, hızla aşınan değer ölçülerinin değiştirici anaforunda kolayca savrulabiliyor insanlar.

Akıntıda sürüklenen saman çöpü misâli olan gençlerimizin zihinleri, gönülleri ve şuuraltlarına yapılan bu taarruzlarla hep birlikte mücadele etmek; onlara şefkat ve hassasiyetle rehberlik yapmak mecbûriyetindeyiz.

EVLİLİK, IRZI MUHAFAZANIN EN KORUNAKLI KALESİ

Nâmusu muhafazanın da gözü muhafazadan geçtiğinin en önemli işaretini, Kur’an’ı Kerim’de buluyoruz:

“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış, onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar…” (en-Nûr, 30-31)

Bir başka işaret de âyetlerin sıralamasında gizli. Rabbimizin her işi hikmetli olduğu gibi âyetlerdeki sıralama da mesajlar içeriyor şüphesiz. Öncelikle erkeklere hitâb edilmesi, Asr-ı Saadet’te olduğu gibi hâlâ ezber bozuyor. Toplumumuzun, hattâ pek çok İslâm toplumunun en çok ihlâl edilen çizgilerinin başında geliyor, “nâmahremle karşılaşınca gözlerini dikmemek, bakışlarını indirmemek”

Kahvelerin önlerinde oturup, gelen geçen kimselere gözden kaybolana dek bakışlarını dikenler; karşılığında ücret veriliyor olsa, ancak bu kadar bakabilirler herhalde! Gerçi maalesef genç kızlar da Avrupâî kafa yapısını yansıtan hâl ve hareketlerle, her geçen gün daha fazla özümüze yabancılaşıp, özgürlük (!) adı altında pek çok yanlışa kapı aralayabiliyorlar.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, ölçülerin sağlamlığı ve doğru temellendirilmesi ana mesele… Açık ve kesin ölçüler, sağlam temeller demişken, bazılarını birlikte hatırlayalım. Temellerin en sağlamı, Kur’ân-ı Kerîm’deki:

“Allah, gözlerin hâin bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.” (el-Mü’min, 19)

“Kulak, göz ve gönül, bunların hepsi yaptıklarından sorumludur.” (el-İsrâ, 36)

“Rabbin her an gözetlemektedir.” (el-Fecr, 14) âyetleri, bunların başında geliyor.

GÖZLERİ HARAMDAN SAKINMAK 

Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in;

“…Gözlerin zinâsı bakmak, kulakların zinâsı dinlemek, dilin zinâsı konuşmak, elin zinâsı tutmak, ayakların zinâsı yürümektir…” hadîs-i şerîfi, günümüzün toplum hayatında pratiği neredeyse çok azalmış olan “göz zinâsından vs. sakınma” mefhumunu hatırlatmakta bize…

Yine başka bir hadîs-i şerîfte, Peygamber Efendimiz, yollarda oturmaktan kaçınmayı tavsiye ettikten sonra:

“Eğer oturmaktan vazgeçmeyecekseniz, hiç değilse (yolun) hakkını verin; buraların hakkı, gözü haramdan sakınmak, selâm almak ve güzel şeyler söylemektir.” buyurarak göz zinâsına bir kez daha dikkat çekmiş olmaktadır.

Ansızın görmenin hükmü, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e sorulduğunda ise, cevâben:

“-Hemen gözünü başka tarafa çevir.” buyurması, eğip bükmeden çok net bir tavrı sergiliyor.

Asr-ı saâdette yaşanmış olan şu hâdise de çok ibret vericidir:

Genç bir kadın, soru sormak üzere Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gelir. Bu sırada Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in amcasının oğlu Fadl bin Abbas da orada bulunmaktadır. Onun, kadına uzunca baktığını gören Allah Rasülü, Fadl’ın başını tutarak öbür yana çevirir. Hazret-i Abbas’ın bunun sebebini sorması üzerine de şöyle buyurur:

“Bir genç erkek ve bir genç kadın gördüm; onların aleyhine şeytana güvenemedim.”

NİKAH: MEŞRU, VASITA: GAYRİMEŞRU

Bakışmalar, işaretleşme ve konuşmaya, konuşmalarsa buluşmaya götürebileceğinden, İslâm, bu meşrû olmayan birlikteliklere giden yolları en baştan kapamıştır. İslâmî ölçüler kâle alınmadan yapılan buluşma ve “çıkma”lar, genellikle “birbirini tanıma isteği ve gerekliliği” kılıfının ardına saklanarak açıklanmakta ve gençler böylelikle başta kendilerini aldatmaktadırlar.

Nikâh gibi meşrû bir isteğe, gayr-i meşrû vasıtalarla ulaşmaya çalışmak, son derece mahzurludur. Yaşanan hadiseler de bu “birbirini tanıma” adı altındaki sürecin hiç de sağlıklı sonuçlar getirmediğini göstermektedir. Laçkalaşmış, seviyesi korunmamış birliktelikler, yitirilen heyecanlar, monotonlaşmış diyaloglar, psikolojik yıpranmalar, İslâm’ın neden böyle bir şekli tasvib etmediğini de açıklar mahiyettedir. Elbette bu “flört” denilen dönemde, seviyeli ve mesâfeli bir tutumla birbirini daha iyi tanıyan çiftler de olabilir… Ama ya amel defterleri, Rabbimize verilecek hesaplar ne olacak?

Gençlerimize Allâh’ın râzı olacağı, helâl dâiresi içindeki bir hayatın, insana bu dünyada da huzur ve mutluluk getireceğini fark ettirmeliyiz.

 Kaynak: Şebnem Dergisi