Bizim Dâvâmız, Kuru Bir Kavga ve Cihangirlik Dâvâsı Değildir

İbadet Hayatımız

İslâm medeniyetinin doğurduğu en kıymetli toplumlar ve insanlar dünyaya örnek olmuştur. Bu örneklikte ecdadımız Osmanlı'nın bizlere verdiği ibretlik dersler ve cevaplar...

Her medeniyet, kendi insan tipini vücûda getirir. O insan tipi de, mensup olduğu medeniyetin sıfat ve karakteriyle âhenk teşkil eder.

İslâm medeniyeti, insanlık tarihinde bir kere ulaşılabilmiş bir zirvedir. Bunun sebebi, fıtrî istîdatların, İslâm sâyesinde ilâhî ilim, irfan ve hikmetle teçhiz edilmiş olmasıdır. Yani o toplumun güzîde insanları, nefsânî problemleri bertaraf ederek, gönüllerini, hakikî ilim ve irfan ile mezcetmişlerdi.

Milletimizin fıtrî istîdâdı ile mânevî feyz ve rûhâniyetin kucaklaşıp aynîleşmesi; mükemmel bir medeniyet şâhikası ortaya çıkarmıştır. Bu şâhikanın tarihî adı, hiç şüphesiz ki 620 sene kesintisiz ömür sürmüş olan Osmanlı’dır.

Ecdâdımız Osmanlı, asr-ı saâdetteki o rahmet üslûbunu devam ettirmeye gayret eden bir rahmet toplumuydu.

Hakîkaten, ecdâdımız, maddî îmarla mânevî îmârı birlikte yürütmüşlerdi. Beldelerin fethini, gönüllerin fethi için yapan, yüksek ufuklu şahsiyetler yetiştirdiler.

OSMAN GAZİ "BİZİM DÂVÂMIZ, KURU BİR KAVGA VE CİHANGİRLİK DÂVÂSI DEĞİLDİR"

Osmanlıʼnın velî bânîsi Osman Gâziʼnin, oğlu Orhan Gâziʼye ve onun şahsında istikbâlin bütün devlet adamlarına yaptığı nasihatler de bunun bir ifadesiydi. Diyordu ki o büyük insan:

“Oğul! Bil ki bizim mesleğimiz, Allah yoludur ve maksadımız da O’nun dînini yaymak (hidâyetlere vesîle olmak)tır. Bizim dâvâmız, kuru bir kavga ve cihangirlik dâvâsı değil, «i‘lâ-yı kelimetullah»tır, yani Allâh’ın dînini yüceltmektir, (kalplerin fethidir).”

Orhan Gâzi de; “Mürüvvet, gazâdan efdaldir!” diyerek asıl fethi gönüllerde gerçekleştirmeyi tercih ediyordu. Zâhirî fütûhâtı, gönül fetihleri ile ebedîleştiriyordu. Fethedilen yerlere en evvel, gönül ehli, sâlih ve sâliha müʼminleri iskân ediyordu. Onların örnek yaşayışları ve hâl ile tebliğleri, bölge halkının hidâyetine vesîle oluyordu.

Orhan Gâzi de, oğlu Murad’a şu vasiyette bulundu:

“Osmanlı’nın iki kıta üzerinde hükümrân olması yetmez! Zira i‘lâ-yı kelimetullah dâvâsı, iki kıtaya sığmayacak kadar büyük bir dâvâdır!”

Bunun üzerine Sultan Murad Avrupaʼya geçti, tâ Kosovaʼya kadar gitti, orada şehid oldu.

Birinci Murad Han, Bursaʼnın o kadar güzellikleri, rahatlıkları varken, o rahatı bırakıp Kosovaʼya kadar gitti, i‘lâ-yı kelimetullah için şehîd oldu. Kosova meydanında iki ordu karşılaşınca;

“–Yâ Rabbi! Bugün bir bayram olsun, o bayramın kurbanı da ben olayım.” niyâzında bulundu.

İşte bugün o topraklarda okunan her ezandan, kılınan her namazdan Sultan Murad’a hisseler, sadaka-i câriyeler devam ediyor.

Birinci Murad Han, o topraklara Anadolu’nun temiz halkını niçin götürdü? Arkadan gelen nesiller, her yeri çil çil kubbelerle neden süsledi?

Bunların hepsi de, Efendimizʼe “hayırlı bir ümmet” olabilmek, “rahmet toplumu”nu çoğaltabilmek, hayra dâvet eden bir ümmet olabilmek içindi hiç şüphesiz. Allâhʼın bizlere “örnek nesil” olarak takdim ettiği Ensâr ve Muhâcirlerin izinden gidebilmek içindi.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genç Dergisi, Yıl: 2020 Ay: Mart Sayı: 162