Bir Vakıf İnsan: Gönenli Mehmet Efendi

Abidevi Şahsiyetler

Gönenli Mehmet Efendi kimdir? Nasıl bir ahlaka sahip idi? Tanıdıklarının dilinden Gönenli Mehmet Efendi...

Bundan tam 30 yıl önce, bu dünyadan bir Gönenli Mehmet Efendi geçti.

88 yıllık hayatını Kur’ân ve İslam hizmetine adayan...

Kur’ân hizmetini vatan sathına yayarak, aç ve müştâk gönülleri gergef gergef Kur’ân aşkı ile dokuyan...

Cemaat ve tarîkat ayırt etmeden nerede bir Kur’ân hizmeti var ise oraya koşturan...

Her zaman ve zeminde insanlara ümit aşılayan...

Olumsuz şartlar altında dahi itidali elden bırakmayan...

Cemiyetin gidişatından kendini mes’ûl hissederek; dertlisi, hastası, meczubu ve muzdaribi ile ayrı ayrı ilgilenen bir vakıf insan: Reisü’l Kurrâ Gönenli Mehmet Efendi

Kur’ân - ı Kerîm tahsili için Anadolu’dan kalkıp İstanbul’a gelen bir genç yoktur ki yolu Gönenli Mehmet Efendi ile kesişmesin. Merhum hocamızın kapısını çalıp da eli boş dönen bir hafız var mıdır? Sanmıyorum. Hele bir de karşısındaki gençte hafızlık istidadını görmüş, derin firasetiyle muhatabının azim ve kararlılığını hissetmişse...

Senden bir kimse yardım umdu mu sakın boş çevirme. Senin ihtiyacın olduğu zamanda Rabbin sana gönderir, verir. Bu alışveriş, Rabbinle aranda olan alışveriş ne güzeldir.’’

Gönenli Hocamızın bu hikmetli sözü, kendisini ve hizmet anlayışını özetlemede oldukça mânidardır.

Sevenlerinin ve talebelerinin ifadesiyle, tek başına bir nesil yetiştiren bu kıymetli zâtın hayatını okuduğumuzda bitmek tükenmek bilmeyen bir hizmet enerjisi, mazeret kabul etmeyen bir hizmet anlayışı olduğunu görüyoruz.

Günde 8 – 10 camide vaaz veren bir hocaefendi düşünün... Adrese teslim, sır ve hikmet yüklü sohbetleri ile cami içinde gönülleri tenvir ederken, cami avlusunda da insanların dertlerini sıkıntılarını teker teker dinlesin, hastanın, garibin, muzdaribin müşkilatını gidermek için bir baba şefkatiyle gayret göstersin...

Gönenli Mehmet Efendi’nin üslûbu her zaman sevdiren, her dâim ümit veren, asla dışlamayan, günaha olan nefretini hiçbir zaman günahkâra taşımayan şefkatli bir üslûp...

Merhum hocamızın, vaazını dinlemek için camiye gelen cemaatine: “Ne mutlu size! Buraya geldiniz ya, hepiniz Cennetliksiniz, buyrun bir salavat getirelim” demesini bugün muhtaç olduğumuz bir rahmet ve hidayet üslûbu olarak özellikle not etmek isterim.

Etrafında bir sürü gencin cıvıldaştığını, Gönenli’nin bunlara harçlık dağıttığını gören bir zat: “Ne güzel bir tablo hocam! Gençler sizden istifade ediyor, dinliyorlar” deyince Hoca gülümseyerek; “Öyledir! Bu yavrucakların çoğu sinema parası yapıyorlar bunları ama başka çaremiz yok. Elden gelen bu! Ne yapalım biz tohum atmaya, tohum ekmeye devam edeceğiz. Ümit kapılarını kapatmak kadar büyük haram olmaz” cevabını vermiş.

Derdini davasını “Acı söyleyene tatlı söylemek için dünyaya geldik.” sözü ile özetleyen bu güzel insana dair şu ibretli hatırayı da zikretmeden geçemeyeceğim:

Hizmetinde bulunan yakın talebelerinden biri anlatıyor:

Bir gün hocamın yüzünde bir burukluk hissederek soruyorum:

“Bir sıkıntınız mı var? “

“Fırıncıların geçen ayki paralarını ödeyemedim. Haber göndermişler, bizim de imkânımız sınırlı. Hocaefendi parayı ödemezse ekmek veremeyeceğiz hafızlara, demişler. Bu evlatlar aç kalırsa ne yaparız?”

Çaresini de hemen ekliyor arkasından:

“Bari tiz bir müşteri çıksa da evimizi satabilsek. Müşteri de hemen çıkmıyor ki!..”

Ertesi gün yüzündeki burukluk gitmiş, tatlı bir tebessümle muhatap oluyorum. Talebelerinin başkanı seçtiği için açıklamada mahzur görmüyor bana.

“İnşaallah iyi haberler var” diyorum.

Tebessümünü daha da çoğaltarak cevap veriyor:

“Tahmin ettiğin gibi. Gece dua edip gözyaşları içinde yattım. Sabah erkenden biri kapımı çaldı. Cüzdanını uzatıp ihtiyacım olan parayı almamı söyledi. Ben elimle almamakta ısrar edince, o kendi eliyle bir miktar para çıkarıp bana uzattı. Ben parayı alırken birden kaybolduğunu gördüm. Baktım ki para borcumun tamamını teşkil etmektedir. Bu ayı da böyle geçirmiş olduk. Gelecek ay için Allah Kerim’dir!”

Hocanın hayatında, jurnallendiği, sıkı sıkıya takip edildiği hatta hapishaneye gönderildiği günler de olmuş. Bir defasında Aksaray Polis Karakolu’nda bir polis memuru biraz da sert çıkarak Gönenli Hocamıza:

“Hoca, hoca bunca parayı kimden alıyor, nereden buluyorsun? Senin gizli kapaklı şeylerin olsa gerek. Söyle bakalım bu değirmenin suyu nereden geliyor?” diye saygı sınırlarını zorlayacak sorular sorar.

Tam o sırada içeriye giren bir başka polis ise “Hocam senin ne işin var burada? Seni Allah gönderdi. Size verilmek üzere kaç zamandır cebimde taşıdığım bir emanet var, lütfen kabul buyurun. Sizin yükünüz ağır! Bunca talebeye bakmak kolay değil!” der ve annesinin emaneti olan yüksek miktarda bir parayı hocaefendiye uzatarak oradan ayrılır.

Gönenli Mehmet Hocamız, az evvel itham yüklü cümlelerle haddini aşan diğer polise döner ve “şimdi anladın mı evladım bu paraları nereden aldığımı, değirmenin suyunun nereden geldiğini?” diyerek unutamayacağı bir ders verir.

Paranın içinde adeta yüzen ama evine getirmeden talebesine veren, yetmediği yerde evini dahi elden çıkaran böyle derya gönüllü bir zâtın acaba evi nasıldı?

Yine bir talebesinin şahitliğine başvuralım:

“Tahsilimi tamamlayıp, İstanbul’da göreve başladığım yıllarda Gönenli Mehmet Efendi’nin davetlisi olarak evine gittim. Ağırlandığım odadaki bütün eşya bir divan ile ortadaki bir halıdan ibaretti. Yirmi sene sonra, vefatından bir süre önce tekrar ziyaret nasip oldu. Eşyası yine bir divan ve bir halıydı. Mütevazı hayatı hiç değişmemişti.”

İşte Gönenli Mehmet Efendi bu!

Eminim bu yazıyı okuyan bir çok okuyucumuz için Gönenli Mehmet Efendi Hazretleri’nin hatırası hâlâ çok diri, hâlâ çok tazedir.

“İnsanlara iyilik yaptınız mı uzaklaşın oradan, küçülmesinler yanınızda, size teşekkür etme ihtiyacı dahi duymasınlar.” diyecek kadar da ince, zarif ve hassas bir gönlün sahibi olan bu kıymetli değerimizi âhirete irtihalinin 30. sene-i devriyesinde (2 Ocak 1991) rahmet ve minnetle yâd ediyor, son sözü merhum hocamıza bırakıyoruz:

“Ya Rabbi razıyım senden

Sen de razı ol benden

Hayırlar yaz başımıza

İyileri çıkar karşımıza”

Mekânı cennet olsun.

Kaynak: Selahaddin Kocaaslan, Altınoluk Dergisi, Ocak-2021, Sayı:419