“Bana Ne” Deme Hakkımı Yeme!

Hikâyeler

Hak, kişinin hukuken korunan ve sahibine bu korumadan yararlanma yetkisi veren bir menfaattir. Pandemi dönemini anlatan hak ile ilgili hikaye.

Değerli emekli arkadaşlarım!

Geçen ay çok sıkıntılı geçti. Orman yangınları içimizi yaktı. O fedakâr insanlar yangınlara koştu ama onlarla beraber biz de yorulduk.

Bugün iyiyiz, biraz da neşeliyiz... Aşılarımızı olduk ya, artık eskisi gibi hürüz. Emekli arkadaşlarla birlikte Kafe’ye gittik... Kafe dediğime bakmayın, aslında küçük bir çay ocağı... Üç-beş kırık sandalye, birkaç topal sehpa, bir de ihtiyar ocakçı Ahmet Usta...

Önünde oturduğumuz bu çay ocağı, eski ahşap bir evin altında, odadan bozma bir mekân.

CAFE AHMET

Havalı olsun diye ocakçı Ahmet Usta, cama büyük harflerle “Cafe Ahmet” diye yazdırmış. Ben bildim bileli o yazı o camda öylece duruyor. Cam hiç silinmemiş gibi... Eğer cam silinse belki yazı da silinecek; galiba ocakçı Ahmet Usta yazının silinmesinden korktuğu için camı da silmiyor. Bazen yağmur yağarda rüzgar eserse, cam kendiliğinden yıkanıyor veya biraz daha kirleniyor.

Ocakcı Ahmet’in yüzü oldukça güleçtir; öyle olmasa, tavanı çökmek üzere olan bu çay ocağına kimse uğramaz. Zaten pandemi sebebiyle müşteriler içeri girmiyor, dışarıdaki ağacın gölgesine sığınıyor...

Biz arkadaşlarla öğle namazından sonra Cafe Ahmet’e uğradık, birer sandalye bulup ağacın gölgesine oturduk. O sırada ocakçı Ahmet Usta, kırık bir sandalyenin tamiri ile uğraşıyordu. Bize bakan yok.

Necip, Cafe Ahmet’e seslendi:

– Ahmet Usta bırak o kırık sandalyeyle uğraşmayı, yenisini al.

– Kaç para biliyor musun?

– Ne olacak ki üç çay parası...

– Üç çay mı?.. İki lira çay parasını zor veriyorsun, onun da yarısını borç bırakıyorsun...

Değerli emekli arkadaşlarım, Ahmet Usta haklı; yüz elli kuruşluk çayı iki liraya çıkarınca kıyamet kopmuştu, kızgınlığımızdan iki gün cafeye uğramamıştık. Gidecek daha ucuz bir yerimiz olmadığından kısa zamanda iki liraya alıştık.

Bizim Necip lafı fazla uzatır, bazen de gereksiz tatsızlıklara sebep olur. Tartışmaya engel olmak için Cafe Ahmet’e gülümseyerek:

– Ahmet Usta, çayımızı ver de sandalyeyi sonra tamir et, ne de olsa milli servettir, dedim.

Cafe Ahmet yüzüme bakmadan:

– Bekleyin, demleniyor, dedi.

Öyle deyince başka söylenecek söz kalmadı. Biraz sonra Ahmet Usta, ağrıyan belini düzelterek kalktı, yanımızdan geçerken:

– Millet, sandalyede oturmasını bilmiyor ki, diye mırıldandı.

Hepimiz biraz düzelir gibi yaptık.

DEĞERLİ EMEKLİ ARKADAŞLAR

Değerli emekli arkadaşlar, Ahmet Usta nedense bugün biraz sinirli; tabii bunda uzun zamandır çalışamamanın sıkıntısı da var. Bizim gibi, parayı sıkan emekliler müşteri olunca Ahmet Usta’nın işi daha da zor oluyor.

Yeni normalleşme olup da cafe açılınca Ahmet Usta hepimize soruyordu:

– İkinci aşınızı oldunuz mu?

– Olduk!

– Tamam... Şimdi biraz mesafeli oturun!

Bizim Şefik abinin kulakları biraz ağır işitir; sokuldukça sokuluyor... Bir gün Ahmet Usta Şefik abiye sert çıkıştı:

– Şefik! Biraz mesafeli otur! Bana Kafeyi mi kapattıracaksın! demişti.

O günden beri araları biraz limoni...

BU MASKEYİ SENİN GİBİLERİN YÜZÜNDEN TAKIYORUM

Ahmet Usta elindeki çay tepsisiyle, cafenin alçak kapısından çıkıp geldi. Yüzünden hiç indirmediği Korona maskesi biraz sararmış, biraz solmuştu. Maskenin altında sıkıntılı olduğu belliydi ama müşteriye karşı saygılı davranıyordu.

Maskenin verdiği sıkıntıya rağmen çayların rengi tavşan kanı gibiydi. Tadı biraz sonra anlaşılacak.

Ahmet Usta bardakları birer birer sehpanın üstüne koyarken sehpa hafifçe sallandı. Ahmet Usta bizim Tahir’e işaret etti:

– O yerdeki tahta parçasını sehpanın ayağına koy, dedi.

Tahir, Ahmet Usta’nın dediğini yapınca sehpanın salıntısı kesildi, çaylar güven altına alındı.

Ahmet Usta, bir eliyle belini tutarak doğrulurken:

– Beyler, aşılarınızı oldunuz mu? dedi.

– Olduk! Olduk!

– Üçüncüyü soruyorum!

Rıza’nın kayınbiraderi sırıtarak elini salladı:

– Ne aşısı be! Fırıldak bunlar fırıldak! dedi.

Bu sıcak havada soğuk bir rüzgar esti. Herkes sustu.

Ahmet Usta’nın gözleri yerinden fırladı; kaşlarını çattı. Yüzündeki maskeyi çekip çıkardı, Rıza’nın kayınbiraderine doğru uzattı, ıslık çalan bir sesle:

– Bana nefes aldırmayan bu maskeyi senin gibilerin yüzünden takıyorum efendi! Benim hayatımı zora sokmaya senin ne hakkın var!.. Çayını iç de bir daha gelme buraya!.. dedi.

Rıza’nın kayınbiraderi gruptan değildi. Kendini ara sıra görüyordum ama adını bile bilmiyorum. Kafeye gelirken yolda rastgele bize takılmıştı... Hepimiz ona baktık. Edepsiz bir tavırla yerinden kalktı:

– Çayın senin olsun! Buraya gelmeye meraklı değilim! dedi, dönüp gitti.

Rıza üzüldü. Hepimizden özür diledi.

Rıza’nın omuzuna dokundum:

– Boş ver Rıza, bunun gibileri çok gördük... Allah akıl versin! Sonunda pişman olmaz inşallah! Dedim ve konuyu değiştirdim.

Çaylar güzeldi. Neşemiz yerine geldi. Bugün de böyle geçti değerli emekli arkadaşlar. Tekrar görüşebilmek ümidiyle hoşça kalın!

Kaynak: Ekrem Bektaş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 427