Bakara Suresi 250. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Bakara Suresi 250. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 250. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Bakara Suresi 250. Ayetinin Arapçası:
وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ قَالُوا رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَۜ
Bakara Suresi 250. Ayetinin Meali (Anlamı):
Savaşmak üzere Câlût ve ordusuyla karşı karşıya geldikleri zaman da şöyle yalvardılar: “Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlamlaştır ve kâfirler gürûhuna karşı bize yardım et!”
Bakara Suresi 250. Ayetinin Tefsiri:
Âyet-
kerîmelerden anlaşılacağı üzere Allah yolunda savaşacak asker:
› Korkulu ve
dehşetli manzaraları gördüğünde çok sabırlı olmalıdır. Bu, savaşacak kimseler
için gerekli birinci esastır. Çünkü korkak askerlerden beklenen fayda elde
edilemez.
› Savaş için
gerekli olan silahlar ve aletler olmalı; insanın sebat edip durmasını
sağlayacak ve kaçmaya yeltenmesini engelleyecek güzel bir birlikle beraber
bulunulmalıdır.
› Düşmanı
yenebilmeleri için, düşmandan daha çok yiyecek ve içeceğe sahip olmalıdırlar.
› İlâhî
yardımın geleceğine inanıp Cenâb-ı Hakk’a tazarrû hâlinde bulunmalıdırlar. (Fahreddin
er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, VI, 158)
İki
ordu karşılaştığında, Câlût, kendisiyle mübârezeye çıkacak, yâni ordusunu
temsîlen kendisiyle vuruşacak bir er diledi. Karşısına Dâvûd (a.s.) çıktı,
sapanını çıkardı ve taşını yerleştirerek Câlût’a fırlattı. Taş, Câlût’un tam
alnına isâbet etti ve atından düşerek öldü. Bu hâdise, insanların nazarında
kuvvetli görünenin, hakîkatte zayıf, zayıf görünenin de Allah’ın yardımıyla
kuvvetli olabileceğini göstermektedir.
Bu
zaferden sonra Allah Teâlâ, Dâvûd (a.s.)’a hükümdarlık ve hikmet yâni
peygamberlik verdi. “Hikmet”, işleri en doğru ve en uygun biçimde yapmak, yerli
yerine koymaktır. Bu mânanın kemâli ve zirvesi ise, ancak nübüvvet ile
gerçekleşir. Bu sebeple buradaki “hikmet”ten maksadın nübüvvet olduğu da
söylenmiştir. Yine Allah ona, dilediği şeyleri öğretmiştir. Demiri yumuşatarak
zırh yapması, kuşların dilini bilmesi ve dağlarla beraber zikretmesi buna misal
verilebilir.
Âyet-i
kerîmenin devamında, “Eğer Allah bu şekilde insanların bir kısmı eliyle
diğer bir kısmını bertaraf etmeseydi, hiç şüphesiz yeryüzü fesâda uğrar, dirlik
ve düzen kalmazdı. Fakat Allah, bütün varlıklara çok büyük lutuf ve inâyet sahibidir”
(Bakara 2/251) buyrularak toplum hayatında cârî olan ilâhî nizamın bir ölçüde izahı
yapılmaktadır. Şâyet Allah Teâlâ savaşı meşrû kılarak haksızlık, bozgunculuk ve
saldırganlık taraftarlarını, yeryüzünün ıslahı, düzeni ve imârı için gayret
gösteren mücahitlerle defetmeseydi böylece iyilik yanlılarını, çocukları ve
kadınları korumasaydı, her taraf bozguna uğrar, düzen dağılır, çoluk çocuktan,
ilim ve sanattan, din ve imandan eser kalmazdı. İnsanlar devamlı olarak
bozguncuların ve saldırganların hücumuna uğrar, çiğnenir ve mahvolurlardı.
Sosyal adâlet ve eşitlik kaybolur, nihayet fıtrat-ı selîmesi bozulan herkes
saldırganlaşır, karşı koyacak bir güç bulunmayınca da hepsi mahvolurdu.
Diğer
taraftan, Allah Teâlâ insanlar arasında ictimâî dengenin kurulmasını birtakım
sebeplere bağlamıştır. Bu itibarla insanların bir kısmı zengin bir kısmı fakir,
bir kısmı güçlü bir kısmı zayıf, bir kısmı sıhhatli bir kısmı hasta, bir kısmı
mü’min bir kısmı münkir olarak imtihan sahnesinde yerini almıştır. İnsanların
cemiyet hâlinde yaşayabilmeleri, bu gruplar arasında kurulacak sıhhatli
münâsebetlere bağlıdır. Bu açıdan bakıldığında tıpkı elektrik yüklü artı ve
eksi kutuplar arasında kıvılcım ve enerji meydana gelmesi gibi, ıslah edici ve
ifsat edici insanlar arasında vuku bulan mücâdele ve savaşlarda da pek çok
hikmetler bulunmaktadır. Çünkü Allah, bütün varlıklara ve bu arada özellikle
akıl sahibi olan insanlık âlemine sonsuz bir lutuf ve rahmet sahibidir. O, asla
fesada razı olmayacağı gibi, yeryüzünün imar edilmesini, üzerinde insanların lutuf
ve ikramıyla yaşamasını, ebedî mutluluklara, yüksek mertebelere ulaşmalarını
istemektedir. Bu bakımdan fesadın ortadan kalkıp düzenin tesisi için; salah ve
hayır sahiplerinin, bozgunculuk yapanları defetmesi lazımdır. İşte Allah,
savaşı bu hikmetle meşrû kılmıştır.
Bütün
bunlar, Allah’ın ibret alınacak, üzerinde düşünülüp gereği yapılacak
âyetleridir. Bu âyetleri Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’e her türlü şüphe ve
hatadan, bozulup değiştirilmeden uzak bir şekilde sırf hak ve gerçek olarak
vahyetmiştir. Zira Hz. Muhammed (s.a.s.), şüphesiz ilâhî vahye muhatap olan
peygamberlerden biridir. O halde peygamber olarak vazife ve sorumluluğunu
harfiyen yerine getirmelidir.
Fakat
Allah’ın seçkin kulları olan peygamberlerin de fazilet ve makam itibariyle
birbirinden fark eden yönleri vardır. Gelen âyet bu hakikati beyân etmektedir:
Bakara Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Bakara Suresi 250. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...