Bakara Suresi 114. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kuran Meali ve Tefsiri

Bakara Suresi 114. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 114. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Bakara Suresi 114. Ayetinin Arapçası:

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

Bakara Suresi 114. Ayetinin Meali (Anlamı):

Allah’ın mescitlerinde O’nun isminin anılmasını engelleyen ve ibâdet yerlerinin harap olmasına çalışandan daha zâlim kim olabilir! Böylelerinin, oralara korku içinde girmekten başka bir hakkı olamaz. Onlara dünyada bir rezillik, âhirette de büyük bir azap vardır.

Bakara Suresi 114. Ayetinin Tefsiri:

Âyet-i kerîmenin iniş sebebiyle alakalı iki farklı rivayet vardır. Bunlardan birine göre âyet Romalı Titos ve onunla birlikte olan hıristiyanlar hakkında inmiştir. Bu hükümdar ve beraberindekiler İsrâiloğullarına hücum etmiş, savaşanlarını öldürmüş, kadın ve çocuklarını esir almış, Tevrat’ı tahkir etmiş, Beytü’l-Makdisi yıkmış ve oraya leş atmışlardır. İkinci rivayete göre âyet-i kerîme, Mekke müşriklerinin müslümanları Mescid-i Haram’da ibâdet edip Yüce Allah’ın ismini zikretmekten engellemeleri üzerine nâzil olmuştur. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, I, 696-697)

اَلْمَسْجِدُ (mescid)in çoğulu olan اَلْمَسَاجِدُ (mesâcid), secde edilen mübârek mekanların adıdır. Allah’a ibâdet edilen, özellikle namaz kılınıp secde edilen her yer mescittir. Allah’a kulluğa tahsis edilmiş bu mukaddes yerlerde ibâdeti engellemek, Allah’ın zikredilmesine mani olmak, bunun da ötesinde onları tahrip edip yıkmaya çalışmak en büyük zulümlerden biridir. Çünkü böyle bir davranış, Allah’a karşı bir başkaldırı ve isyandır. Dinin saygı duyulmasını istediği sınırları hiçe saymak ve çiğnemektir. Cenâb-ı Hakk’ın zikrinin hatıralardan silinmesine, böylece insanlar arasında çeşitli kötülüklerin yayılmasına zemin hazırlamaktır. Bu ise, pek büyük bir zulüm ve günahtır.

Âyet-i kerîme öncesi ve sonrası itibariyle hem yahudi, hem hıristiyan, hem de müşriklere temas ederek, mescitlere hürmet gösterilmesi gerektiği prensibini genelleştirmiştir. Hangi dinden olursa olsun, hatta isterse dinsiz ve putperest olsun, Allah’ın adı anılan mescitlere ve mabetlere herkesin saygılı olması gerektiği vurgulanmıştır. Böylece Mekke müşriklerinin Peygamber Efendimiz’i ve müslümanları Kâbe’de ibâdet etmekten engellemeleri, baştan sona bütün mescitler hakkında yapılmış ve yapılacak olan her türlü engelleme ve yıkımların da içine dâhil olacağı büyük bir zulümdür.

Mescitlere böyle düşmanca bir tavır içinde olanların; o güvenli, huzurlu ve güzel mekanlara korka korka girmekten başka bir giriş hakları yoktur. Onlar yıkmaya çalıştıkları o mescitlere yanaşamamalı, el sürememeli, şayet girerlerse can korkusuyla titreye titreye girebilmelidirler. Onların hakkı budur. Dolayısıyla müslümanlar güçlü, kuvvetli olmalı; mescit ve mabetlerini, kötü niyetli kimselerin oraları tahribe ve ibâdet edilmesini engellemeye cesaret edemeyecekleri şekilde güvence altında tutmalıdırlar. Nitekim Kur’ân’ın bu mûcizevî haberi zuhur etmiş, Kudüs Bizanslılar’ın elinden çıkmış, müslümanların eline geçmiş, Beytü’l-Makdis yeniden imar edilip mescit haline getirilmiş, o zalimler de oraya korka korka girebilir olmuşlardır. (Elmalılı, Hak Dini, I, 476)

Bu tür zulümleri işleyenler, dünya hayatında rezil ve zelil olacaklardır. Onları büyük bir felaket, bir perişanlık, bir mahrumiyet beklemektedir. Bir gün gelecek devletleri parçalanacak, saltanatları son bulacaktır. Çok aşağı ve bayağı bir derekeye sürükleneceklerdir. Âhirette ise bunları çetin ve ağır bir azap beklemektedir. Roma imparatorluğunun bu sebeple paramparça olduğu tarihi bir gerçektir. Nitekim Müfessir Süddî, dünyadaki bu sefalet ve perişanlıktan maksadın, Romalıların elinden İstanbul’un çıkması ve müslümanlar tarafından fethedilmesi olduğunu söylemektedir. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, I, 699) Bu bilgi, Taberî ve Keşşâf gibi kadim tefsirlerde yer almaktadır. Bu tefsirler İstanbul’un fethinden asırlarca önce yazılmış olduğuna ve hele ilk müfessirlerden sayılan Süddî'nin fetihten beş-altı asır önce yaşamış bulunduğuna göre, bu şekildeki tefsirin kaynağının Peygamberimiz (s.a.s) ve bunun da bir mûcize olduğunda asla şüphe etmemek gerekir.

İmam Kuşeyrî âyet-i kerîmeye şöyle bir işârî mâna verir: “Âbidlerin ibâdet yuvası demek olan nefislerini şehvetlerle, âriflerin mârifet yurdu demek olan kalplerini dünyevî beklentilerle, vecd ehlinin muhabbet yurdu demek olan ruhlarını haz ve sükûna konmakla, tevhîd ehlinin müşâhede yurdu olan gönüllerini yakınlık duygusuna takılıp aldanmakla tahrîb etmelerinden daha büyük hangi zulüm olabilir?” (Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, I, 63) O halde her türlü zulümden uzak durup Allah’a yönelmek gerekir. Çünkü:

Bakara Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Bakara Suresi 114. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...