Azrail'den Kaçan Adam

İMAN

Hazret-i Süleyman ve halkından bir şahsın arasında geçen ve Azrail -aleyhisselâm- ında konu bahsi olduğu ders verici bir kıssa...

Mesnevî’de Hazret-i Mevlânâ; kader sırrının hayat ve ölüm arasındaki mücerred hakikatini, diğer taraftan ise hayata sımsıkı sığınıp da ölümden kaçmaya kalkışın boş bir telâşe olduğunu, müşahhas şekilde ne güzel îzah eder:

Süleyman -aleyhisselâm- devriydi. Saf bir adam, bir kuşluk vakti, kudretli peygamberin sarayına telâşla girdi. Nöbetçilere, hayatî bir mesele için Hazret-i Süleyman’la görüşeceğini söyledi ve hemen huzûra alındı. Süleyman -aleyhisselâm-; benzi sararmış, korkudan titreyen adama sordu:

“–Hayrola neyin var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana!”

Adam korku ve heyecan içinde başladı anlatmaya:

“–Bu sabah karşıma Azrâil -aleyhisselâm- çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı!..”

Hazret-i Süleyman sordu:

“–Peki, ne yapmamı istiyorsunuz?”

Adam yalvarıp yakardı:

“–Ey canların koruyucusu, mazlumların sığınağı Süleyman -aleyhisselâm-!

Sen nelere muktedirsin. Kurt, kuş, dağ ve taş senin emrinde!..

Rüzgârına emrediver de beni buradan alsın tâ Hindistan’a götürsün. O zaman Azrâil -aleyhisselâm- belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Medet senden!”

Süleyman -aleyhisselâm-; adamın, kaderin bir sırrından bir başka sırrına intikal edeceğinin idrâki içinde rüzgârı çağırdı ve;

“‒Bu adamı hemen al, Hindistan’a bırak!” emrini verdi.

Rüzgâr bu; bir esti, kükredi ve adamı aldığı gibi bir anda Hindistan’da uzak bir adaya götürdü.

Adamın arzusu yerine gelmişti.

Öğleye doğru Hazret-i Süleyman, dîvânını toplayarak, gelenlerle görüşmeye başladı. Topluluğun içinde Azrâil -aleyhisselâm-’ı da gördü. Hemen yanına çağırıp;

“–Ey Azrâil! Bugün kuşluk vakti bir adama hışımla bakmışsın? Neden o zavallıyı korkuttun?..” diye sordu.

Azrâil -aleyhisselâm- cevap verdi:

“–Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı.

Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah Teâlâ bana o adamın canını Hindistan’da almamı emretmişti. Ben onu burada Kudüs’te görünce;

«Bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan’da olamaz. Bu nasıl iştir?!.» diye hayretlere düştüm. İşte onun öfke sandığı farklı bakışımın sebebi bu idi.”

Hazret-i Mevlânâ bu kıssayı anlattıktan sonra sorar:

“Kimden kaçıyoruz? Kendimizden mi? Bu hayalî bir şey…

 Kimden kapıp kurtarıyoruz?.. Allah Teâlâ’dan mı? Ne boş hayal!..

 Dünya, Allah’tan gafil olmaktır. Dünya; para-pul, kadın, giyim-kuşam, ticaret değildir. Bunu bil!..”

Kaynak: Osmannuritopbas.com