Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı Nasıl Kuruldu?

Vakıf

Aziz Mahmûd Hüdayi Vakfı nasıl kuruldu? Kuruluş hikayesi nedir? İstanbul'dan dünyanın dört bir yanına uzanan yardım ve kardeşlik ağı nasıl oluştu? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi anlatıyor...

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi İle Hüdâyî Vakfı ve Müslümanın “Rahmet İnsanı” hüviyeti üzerine yapılan röportaj…

AZİZ MAHMUT HÜDAYİ VAKFI NASIL KURULDU? KURULUŞ HİKAYESİ

Altınoluk: 1985’ten bu yana on yıllar geçmiş. Aziz Mahmud Hüdâyî Vakfı için bir doğuş zamanı var, bugün geldiği nokta var. Bir doğuş hikâyesi olmalı diyorum öncelikle. Nasıl toprağa düştü Hüdâyî fidesi, tohumu? Oradan başlayalım isterseniz.

Osman Nûri Topbaş: Şöyle oldu: Bendeniz, Üsküdar’da ikâmet ediyorum. Aziz Mahmud Câmii ve Türbesi, bizlere büyük bir huzur ve feyz verirdi. Bu yüzden Hüdâyî Câmii’ne gidip gelir, Hazret’i ziyaret ederdik.

Câmiye bir arkadaşım imam olarak tayin oldu:

“–Mübârek günlerde buraya gelip gidenler oluyor. Bazen iftar vakti geliyorlar. Bir iftar versek. Ben bahçeye sebze ektim. Siz de et ve zahîre alsanız da gelenlere iftar yemeği versek.” dedi.

Bu şekilde, gelenlere iftar verilmeye başlandı. Fakat çok büyük rağbet gördü bu iftarlar. Muhitin garipleri, fakirleri, bunun yanında Hazret’i ziyarete gelenler, bu iftarlardan, ikramlardan istifâde ediyorlardı.

Sonradan, rahmetli Fahrettin Tivnikli Bey:

“–Bunu biz dâimî yapalım.” dedi.

Mağdur aileler gelip gidiyordu. Bir kısmına kaplara koyarak yemek veriyorduk. Sonra bu hizmetin bir vakıf bünyesinde yapılması düşüncesi hâsıl oldu; daha şümullü olsun diye.

Sonra; “Buraya gelemeyenler var, onlara da erzak dağıtılsın.” denilerek ihtiyaç sahiplerine erzak tevziine başlandı.

Erzak tevziinde de görüldü ki, ailelerin mânevî ihtiyaçları da var. Çoluk-çocukları perişan. “Bu ailelerin çocuklarına İslâmî terbiye verelim de yanlış yollara düşmesinler.” dedik. Çünkü fakirlik, hele mâneviyat yoksa, çok kere yanlış yollara düşürüyordu insanları. Selde sürüklenen kütükler misâli, kimin hangi mecrâda helâk olacağı belli olmuyordu…

Bu vesîleyle bir Kur’ân Kursu kuruldu. Bu şekilde başladık. Fakir ailelerin çocuklarını Kur’ân Kurslarına almaya başladık.

Hattâ bir anne, içler acısı bir şey söyledi seneler sonra:

“‒Ben bir kızımı size verdim. Şimdi hoca hanım oldu. Evlendi, Samsun’a gitti. Orada hoca hanımlık yapıyor.

Diğer kızım ise, siz yokken, Kur’ân Kursları da yoktu; açlık, yoksulluk, gariplik yüzünden kötü yola düştü. Keşke daha evvel bu müesseseler kurulsaydı!..” dedi.

Bu şekilde başladı. Kur’ân Kursu, mektep, üniversite bursları… Ondan sonra dünyadan imdat sesleri gelmeye başladı.

Altınoluk: Şöyle bir şey soralım Efendim: 1985’ten bu zamana, daha ilelebed devam eder inşâallah, Hüdâyî Câmii etrafındaki küçük aşhâneden başlayan, oradan Afrika’ya, Balkanlar’a, Kafkasya’ya, Orta Asya’ya, hattâ Güney Amerika’ya uzanan bir hizmet ağı oluşturuldu…

Umûmî bir değerlendirme yaparsanız; “Hüdâyî Vakfı sizin için nedir?” diye sorarsak, neler söylersiniz?

Osman Nûri Topbaş: Şunu ifade edeyim: Kur’ân-ı Kerîm’de en çok “Rahman” ve “Rahîm” esmâsı geçiyor Cenâb-ı Hakk’ın. Efendimiz, âlemlere rahmet olarak gönderildi. Demek ki mü’min de “rahmet insanı” olacak. “Rahmet toplumu” olacak. Bir rahmet tevzî edecek.

Hüdâyî, bir rahmet insanı olabilmenin hedeflendiği bir rahmet dergâhı…

Her medeniyet, kendi insan modelini meydana getirir. Bizim medeniyetimizin insanı da “rahmet insanı”dır.

Rahmet insanı; diğergâmdır, paylaşan insandır, fedakârdır, merhameti lezzet hâline getiren insandır.

Biz şunu müşâhede ettik. Hüdâyî’de kurulan bu rahmet dergâhında âdeta bir mahşer kaynıyordu. Fakir-fukarâ, garip, kimsesizler, yalnızlar… Hepsinin bir barınağı ve sığınağı hâline geldi Hüdâyî.

Burada şunu gördük; nasıl oldu bu, biz de bilmiyoruz. Biz burada âdeta bir ney gibiydik. Neyi üfleyen nefes nereden geliyordu? Bu gelen güçlü nefes, kısa bir zaman içinde nerelere kadar yayıldı? Âdeta bir bâd-ı sabâ oldu. Az evvel bahsettiğiniz coğrafyalara; Orta Asya’dan tutun da Afrika’ya, Balkanlara kadar yayıldı.

Altınoluk: İstanbul’dan, Türkiye’den baktığınızda, bütün Dünya coğrafyasından baktığınızda, Hüdâyî gittiği yerde bir karşılık buluyor. Afrika’da bir karşılık buluyor. Bir ihtiyaca tekâbül ediyor, değil mi? Dünya’da rahmet toplumuna bir ihtiyaç var.

Osman Nûri Topbaş: Çok doğru. Hattâ birçok yerde; “Siz Osmanlı’nın torunlarısınız, onu temsil ediyorsunuz. Osmanlı bir merhamet tevzî etti, hak-hukuk tevzî etti, adâlet tevzî etti. Siz onun torunlarısınız.” dediler.

Altınoluk: Nasıl anlıyorlar Osmanlı’yı?

Osman Nûri Topbaş: Osmanlı, dünyaya bir merhamet kanadı olmuş. Bugünkü dünyanın gidişâtının tamamen zıddına…

Bugün dünyaya baktığımızda, birkaç kovboy dünyayı idare ediyor âdeta. Ağzından çıkan iki kelime, bütün dünyaya tâlimat oluyor. Osmanlı öyle değildi. Osmanlı fethettiği yerlerde dahî aslâ zulmetmedi. Meselâ Polonya’da; “Vistül Nehri’nden Osmanlı atları su içiyorsa burada hak vardır, hukuk vardır.” sözü bir darb-ı mesel hâline geldi.

Osmanlı, fethettiği yerlere, seçilmiş, dervişvârî aileler gönderdi. Onların merhamet, şefkat, nezâket, zarâfet ve hassasiyetleriyle, gittikleri bölgenin halkının çoğu, onlar sayesinde müslüman oldu. Meselâ Boşnakların müslüman olması o şekildedir. Hâkezâ Arnavutların da.

Röportajın tamamını okumak için tıklayınız...

Hüdayi Vakfı ve yardımları hakkında daha detaylı bilgi için tıklayınız.