Asr-ı Saâdet'ten Kardeşlik Örneği

İnfak

İslâm’daki kardeşlik hukûkunun, kâmil ruhlarda nasıl idrâk edildiğine dâir, müşahhas bir misaldir. Yine bu ifâdeler, şahsî menfaat hesaplarının ve dünyevî endişelerin dar hudutlarını aşarak, kendini ümmetin saâdet ve selâmetine vakfeden fedakâr mü’minle­rin gönül ufkunu sergilemektedir.

Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:

“Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada bir din kardeşimin par­mağına batan diken, benim parmağıma batmıştır; birinin ayağına çarpan taş, benim ayağımı acıtmıştır. Bir kalpte hüzün varsa, o kalp benim kalbimdir.” (Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, s. 604)

[Bu ifâdeler; İslâm’daki kardeşlik hukûkunun, kâmil ruhlarda nasıl idrâk edildiğine dâir, müşahhas bir misaldir. Yine bu ifâdeler, şahsî menfaat hesaplarının ve dünyevî endişelerin dar hudutlarını aşarak, kendini ümmetin saâdet ve selâmetine vakfeden fedakâr mü’minle­rin gönül ufkunu sergilemektedir. Kendi varlık ve benliğinden geçerek, Allah ve Rasûl’ünde fânî olan sâlih kulların hâlet-i rûhiyesini dile getirmektedir. Yine bu ifâdeler;

“Mü’min kardeşinin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir.” (Hâkim, IV, 352; Heysemî, I, 87) hadîs-i şerîfinin hikmetiyle yoğrulmuş rakik kalplerin hissiyâtına tercüman olmaktadır.

Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat ve muhabbeti kendisinde bir tabiat-i asliye hâline getirmiş olan büyük velîlerden Hâce Ubeydullah Ahrâr Hazretleri’ni, bir gün şiddetli bir üşüme tutar. Ateş yakıp ısıtmaya çalışırlar, fakat nâfile. Hâce Hazretleri yine şiddetle titremeye devam eder.

Tam o esnâda Hazret’in bir mürîdi, titreyerek kapıdan içeri girer. Mürîd, oraya gelirken içi soğuk suyla dolu bir hendeğe düşmüştür. Hemen onu kurulayıp ısıtırlar. O ısınınca, Hâce Hazretleri’nin de üşümesi son bulur.

EN BÜYÜK REHBERİMİZ

İşte mü’min, imkânlarının ulaşabildiği her yerdeki din kardeşlerini kendisine zimmetli bilmeli, onların ıztırâbını sînesinde hissetmelidir. Zira en büyük rehberimiz olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek hayatı da, bu ahlâkın zirve tezâhürleriyle doludur. Nitekim O Rahmet Peygamberi, hayatı boyunca ümmetinin kurtuluşu için, nice ezâ ve cefâlara katlanmış, dertli gönülleri huzura kavuşturmadan, kendi gönlü aslâ huzur bulamamıştır.

Cerîr bin Abdullah -radıyallâhu anh-, şâhid olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatır:

“Bir gün erken vakitlerde Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in huzûrunda idik. O esnâda Mudar Kabîlesi’nden, kılıçlarını kuşanmış, perişan bir topluluk çıkageldi. Gelenlerin üzerinde kaplan derisine benzeyen, alaca çizgili, basit bir aba vardı. Bu abayı delerek başlarından geçirmişlerdi. Fakat yoksulluktan, neredeyse çıplak vaziyetteydiler.

Onları bu derece fakir görünce Allah Rasûlü’nün üzüntüden yüzünün rengi değişti. Hemen evine girdi. Sonra da çıkıp Bilâl’e ezan okumasını emretti, o da okudu. Sonra Bilâl kāmet getirdi ve Efendimiz namaz kıldırdı. Akabinde bir hutbe îrâd ederek önce şu âyet-i kerîmeyi okudu:

«Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan zevcesini var eden ve ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının!.. Şüphesiz ki Allah, hepinizi görüp gözetmektedir.» (en-Nisâ, 1)

Sonra da şu âyet-i kerîmeyi okudu:

«Ey îmân edenler! Allah’tan korkun, herkes yarın için ne hazırladığına baksın!..» (el-Haşr, 18)

Daha sonra:

«–Her bir fert, altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir ölçek bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin. Hattâ yarım hurma bile olsa sadaka versin!» buyurdu.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN YÜZÜNÜ GÜLDÜREN HADİSE

(Rasûlullâh’ın üzüntüden yüzünün sararması, ashâba o kadar tesir etti ki) Ensâr’dan bir adam, ağırlığından dolayı neredeyse kaldırmaktan âciz kaldığı, hattâ kaldıramadığı bir torba getirdi. Ahâlî birbiri peşine sökün edip, sadaka vermek için sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu gördüm. Baktım ki Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin yüzü gülüyor, sanki altın gibi parlıyordu…” (Müslim, Zekât, 69)]

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları, 2013