Allah'ın Tekvin Sıfatı

İMAN

Tekvin ne demektir? Allah'ı nasıl sevmeliyiz? Allah'tan nasıl korkmalıyız? Allah'tan tekvin sıfatının evrendeki tecellileri nelerdir? Allah'ın subuti sıfatlarından olan "tekvin" sıfatı nedir?

Tekvin, “Yaratmak” demektir.

ALLAH'IN TEKVİN SIFATI

Kâinatı ve kâinattaki tüm varlıkları yaratan, yaşatan ve besleyip büyüten O’dur. O’ndan başka yaratıcı yoktur.

İşte bunlar, Cenab-ı Hakk’ın sıfatları olup, bu sıfatlarla Allah bilinir ve tanınır. Allah’a inanmak demek, bu sıfatların, Allah’ın zatı ile kaim olduklarına inanmak demektir.

Allah Sevgisi

Sevgilerin en yücesi Allah sevgisidir.

Annemizi, babamızı severiz. Çünkü onlardan ilgi ve sevgi görmüş, şefkat ve merhamet kanatları arasında büyümüşüz. Bizi büyütmede ve hayata hazırlamada hiçbir fedakârlığı esirgememişlerdir. Bunun için onları severiz.

Allah’ı niçin sevmeliyiz?

Şimdi düşünelim: Bizi yaratan ve sayısız nimetler veren kimdir? Bizi akıl ve düşünce gibi üstün yeteneklerle donatan ve diğer varlıkları hizmetimize veren kimdir? Hiç şüphe yok ki Allah Teala’dır. O hâlde, en çok sevgiye layık olan da O’dur. Bunun için O’nu her şeyden daha çok sevmeliyiz.

Allah’ı sevmek, O’nu bilmeye ve tanımaya bağlıdır. Çünkü insan, ancak bildiğini ve tanıdığını sever. Bunun için, Allah’ı sevenler ancak O’na inananlardır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp O’na koştukları eşleri ilah olarak benimseyenler ve onları, Allah’ı severcesine sevenler vardır. Müminlerin Allah’ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir.” (2/Bakara, 165.)

Allah’ı nasıl sevmeliyiz?

Allah’ı seviyoruz demek yeterli değildir. Bunun bir belirtisi olmalıdır. O da, gönderdiği ve görevlendirdiği son peygamber Hz. Muhammed’e uymaktır. Onun izinden gitmek ve güzel ahlakı ile ahlaklanmaktır. Bu, aynı zamanda Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından da sakınmak demektir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:

“Ey Muhammed, de ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, affeder ve merhamet eder.” (3/Âl-i İmrân, 31.)

Demek ki insanın, sadece Allah’ı seviyorum demesi yeterli değildir. Allah’ı sevmek demek, O’nun peygamberini de sevmek demektir. Peygamberini sevmek ise her işinde onu örnek almak ve sünnetine uymaktır.

İnsan, sevdiğini unutmaz. Allah’ı sevenler de O’nu unutmaz, daima anarlar. Bir insanın sevdiğini sık sık anması ve O’nun memnun olacağı davranışlarda bulunması kadar tabii ne olabilir?

Allah’ı ananları Allah da anar. Çünkü Allah, kendisi için yapılan hiçbir şeyi karşılıksız bırakmaz. O’nu seveni O da sever. O’ndan isteyeni O, boş çevirmez. O’na güveneni korur ve yüceltir.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:

“Siz beni anın, ben de sizi anayım.” (2/Bakara, 152.)

Allah Korkusu

Allah, bize şah damarımızdan daha yakındır. Bizi her zaman ve her yerde görüp gözetmekte, yaptıklarımızı bilmektedir. Yerde ve göklerde O’na hiçbir şey saklı değildir. Hiç kimsenin göremeyeceği kapalı ve tenha yerlerde yaptıklarımızı görür, söylediklerimizi işitir. Hatta içimizden geçenleri bile bilir. Bir gün yaptıklarımızdan bizi sorguya çekecektir. İyi iş yapanları ödüllendirecek, kötülük işleyenleri ise cezalandıracaktır. O’nun katında, dünyada yaptıklarımızın hesabını verirken hiçbir şeyi gizlememiz mümkün olmayacaktır.

Allah’a böyle inanan kimse, elbette O’ndan korkar ve O’na derin bir saygı duyar.

Allah’tan korkmak demek, O’nun emirlerine uyup yasaklarından sakınmak demektir.

Allah korkusu dünya ve ahiret mutluluğunun temelidir. Allah’tan korkan ölçülü hareket eder. Her işinde dürüst olmaya ve herkese iyi davranmaya çalışır. Günah işlememeye ve herkesle iyi ilişkiler içinde olmaya çaba harcar. Yalnız insanlara değil, tüm canlılara merhamet eder. Çünkü yaptığı her işi Allah’ın gördüğünü ve bir gün bunları kendisinden soracağını bilir.

Allah korkusu insanı Allah’a yaklaştırır, O’nun rızasını kazanmasına ve cennetine girmesine vesile olur.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

“Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran için ise şüphesiz cennet yegâne barınaktır.” (79/Nâzi’ât, 40-41.)

Kaynak: İslam İlmihali, Diyanet