Allah'ın Kıyamet Gününde Konuşmayacağı Üç Kişi

HİZMET

Zekât ve sadaka gibi infaklarda edeb çok mühimdir. Bilhassa veren, alana teşekkür hissiyâtı içinde olmalıdır. Çünkü onu farz olan bir borçtan kurtarıp ecre nâil eylemektedir. Verilen sadakalar aynı zamanda, veren kişiyi hastalık ve musîbetlere karşı koruyan birer siper-i sâikadır. Yoksullar, fakirler ve garipler, aslında varlık sâhipleri için büyük bir nîmettir. Zîrâ cennet kapıları, onların duâları ile açılır.

YAPILAN İNFÂKLARI BAŞA KAKMAMAK GEREKİR

Kur’ân-ı Kerîm’de, sadaka verirken dikkat edilecek edebe dâir şöyle buyurulmuştur:

“Ey îmân edenler! Allâh’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız infak ve sadakalarınızı boşa çıkarmayın!” (el-Bakara, 264)

Bu âyette zekât vermek ve infakta bulunmak teşvîk edilmekle birlikte, bunu yaparken riâyet edilmesi gereken edeb açık bir şekilde anlatılmaktadır. Yâni kalb kırarak, fakiri küçümseyerek, eziyet ederek ve başa kakarak yapılan bir hayrın, Allâh indinde hiçbir değeri yoktur.

ALLAH'IN KIYAMET GÜNÜNDE KONUŞMAYACAĞI KİŞİLER

Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

“Üç kişi vardır ki, kıyâmet günü Allâh onlarla konuşmayacak, yüzlerine bakmayacak ve kendilerini temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.”

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in bu sözleri üç defa tekrarladığına şâhit olan Ebû Zer -radıyallâhu anh-:

“−Adları batsın, umduklarına ermesinler ve hüsrâna uğrasınlar! Kimlerdir bunlar yâ Rasûlallâh?” diye sordu.

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“−Elbisesini (kibir ve gururundan dolayı kurula kurula) sürüyen, verdiğini başa kakan ve malını yalan yeminle pazarlayan!..” buyurdu. (Müslim, Îmân, 171)

Bu beyânlar gösteriyor ki, başa kakarak ve inciterek yapılan hayırlar, kulu azâba dûçâr eden ağır cürümlerdendir. Çünkü kalbler, nazargâh-ı ilâhîdir. Mevlânâ Hazretleri buyurur:

“Sen varlığını, malını ve mülkünü güzel bir şekilde infâk et de, bir gönül al! Ki o gönlün duâsı mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin, nûr olsun!..”

YOKSUL VE MUHTAÇ KİMSELER CÖMERTLER İÇİN NİMETTİR

Yine Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- hikmet dolu beyitlerinde Cenâb-ı Hakk’a şükür borcunun îfâsına vesîle olması sebebiyle yoksul ve muhtaç kimselerin cömertler için bir nîmet olduğunu, sehâvetin ancak onlarda mâkes bulduğunu, bu sebeple onların gönüllerini incitmemek gerektiğini şu şekilde anlatır:

“Yoksul kişi cömertliğin aynasıdır. Sakın aynaya karşı gönül kırıcı sözler söyleyerek o aynayı buğulandırma.

Allâh’ın cömertlik tecellîsinin bir tezâhürü de fakirlerdir. Hak Teâlâ, fakirleri kerem sâhiplerine mürâcaat ettirir. Böylece hamiyetli zenginler için saâdet yolları hazırlanır. Hak Teâlâ’nın bir başka cömertlik tecellîsi de, yoksula yardım etmesi için zenginin gönlünde sevgi ve merhamet duygusu uyandırmasıdır.

Yoksul kişi nasıl cömertliğe, iyiliğe muhtaç ise, cömertlik ve iyilik de yoksul kişiye muh­taçtır. Güzeller, güzelliklerini seyretmek için nasıl tozsuz, passız, parlak bir ayna ararlarsa, cömertlik de yok­sulları, zayıfları öylece aramaktadır.

Şu hâlde yoksullar Hakk’ın cömertlik aynalarıdır. Varlıklı olanlar, kendi keremlerini orada seyrederler. Hak’ta fânî olan sâlih zenginler, servetlerinin bir emânet olduğunu idrâk ederek Hak karşısında nefislerinin acziyetini anlamışlar ve ilâhî cömertliğin mâkesi olmuşlardır. Hakk’ın cömertliğinden bir nasîb alarak sehâvette fânîleşmişlerdir.

Az veya çok sâhip olduğu varlığını, kalbinde taşıyanlar, âhiret fukarâsı olan bedbahtlardır. Bu tip insanlar, Hak kapısında değildir. Varlıkları izâfîdir, kapı dışındaki nakış ve sûretten ibârettir.

Bunlar, gönülleri Allâh’tan uzak düşen gerçek zavallı ve rûhâniyet fakirleridir. Zâhirî varlıkları ise bedbahtlıklarının cansız bir nakşı, solgun bir resmidir. Bunlar, hakîkatten habersiz, rûhsuz kişilerdir ki, sen bunlara yakınlık gösterme! Sakın ha köpek resmine kemik atma!..

Dikkatli ol; bu ölülerin önüne yemek tabağı koyma! Onlara iltifat edip yakınlık gösterme! Öyle varlık sâhipleri, mahşerin sefil dilencileri olacaklardır!..

Böyleleri mânâ değil, ekmek dervişleridir. Onlar, sefâletlerini saâdet sanırlar, kendilerine göre güzel yemekler yer, tatlı şerbetler içerler. Gerçekte ise, ilâhî lokmadan nasipsizdirler.

Ey bu hüsrâna düşmek istemeyen! Sen mahlûkâtı cömertliğinle kuşat ki, âriflerden olasın!..”

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfâk-Hizmet, Erkam Yayınları