Allah'ın Huzurundan Alıkoyan Sebepler

İbadet Hayatımız

Müslümanın hayırlı işlere sevkini engelleyen, Allah'ın (c.c) huzurundan alıkoyan etkenler nelerdir?

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur:

“Ey ahâlî! Allah’tan hakkıyla hayâ edin de gâfil olmayın. Ömürleriniz geçiyor, zamanınız tükeniyor. Yiyemeyeceğiniz, yemeye ömrünüzün yetmeyeceği mal-mülk ve servet toplamakla meşgulsünüz. Elde edemeyeceğiniz, ulaşamayacağınız şeyleri emel edinmekle meşgulsünüz. İçinde oturamayacağınız binalar yapmakla meşgulsünüz. Bütün bunlar, Rabbinizin huzûrundan sizi alıkoymasın!..”

YOLUN ÜÇÜNCÜSÜ OLMAK KOLAY DEĞİL!

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın hilâfeti zamanında birçok ülke fethedilmiş, Bizans ve İran’ın zengin hazineleri Beytü’l-Mâl’e akmış, halkın refah seviyesi yükselmişti. Fakat Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- önceden olduğu gibi zarûret miktarı bir tahsîsat ile yetiniyor, yamalı elbisesiyle hutbe okuyordu. Onun bu hâline dayanamayan yakınları, kızı Hafsa Vâlidemiz’i elçi olarak gönderip, biraz imkânlarını artırmasını ve rahat etmesini arzu ettiklerini bildirdiler.

Hazret-i Hafsa, ashâbın bu teklifini babasına açtı. Peygamber Efendimiz’in açlıktan kıvranıp karnını doyuracak bir şey bulamadığı nice günlerine şâhid olmuş bulunan[5] Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, kızı Hafsa’ya:

“–Kızım! Rasûlullâh’ın yeme-içme ve giyimde hâli nasıldı?” diye sordu.

“–Kifâyet miktarı (ancak yetecek derecede) idi.” cevâbını alınca da sözlerine şöyle devam etti:

“–İki dost (Hazret-i Peygamber’le Ebû Bekir) ve ben, aynı yolda giden üç yolcuya benzeriz. Birincimiz (Hazret-i Peygamber) makâmına vardı. Diğeri (Ebû Bekir) de aynı yoldan giderek birinciye kavuştu. Üçüncü olarak ben de arkadaşlarıma ulaşmak isterim. Eğer fazla yükle gidersem, onlara yetişemem! Yoksa sen, bu yolun üçüncüsü olmamı istemez misin?”[6]

RIZKIN HELALİ İÇİN ÇALIŞMALIYIZ

Dolayısıyla her mü’min, rızkını helâlden kazanmak için çalışıp gayret etmelidir. Fakat ihtiyaç miktarıyla iktifâ etmeyi ve elindekine kanaat göstermeyi de bilmelidir. Allâh’ın kendisi hakkında takdir ettiği rızka râzı olmalıdır ki Allah da ondan râzı olsun.

Bunun aksine, hırsa kapılıp ihtiyaç fazlasına tamah etmekten sakınmalıdır. Şayet ihtiyacından fazlasını Allah verirse, onları da lüks ve israf için kendine harcamak veya cimrilik edip kendine biriktirmekten kaçınmalıdır. İhtiyaç fazlasını, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını tahsil için infâk etmelidir.

Âyet-i kerîmede buyruluyor:

“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infâk etmedikçe birr’e (yani kullukta hayrın kemâline) eremezsiniz. Her ne infâk ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 92)

Her mü’min, bu ilâhî hakîkat önünde kendisinin Cenâb-ı Hakk’a yakınlık derecesini test etmelidir. Ayrıca kendisinin bu hayatta âdeta bir emanetçi hükmünde olduğunu, dünya mülkünün yine dünyada kalacağını, âhirete ise o dünyalıkları nasıl kazanıp nereye sarf ettiğinin ağır hesabıyla gideceğini unutmamalıdır.

TÜKETİM ÇILGINLIĞINA DİKKAT!

Günümüzün materyalist ve kapitalist dünyasının kamçıladığı tüketim çılgınlığı, gösteriş düşkünlüğü, güç gösterme hevesi, -maalesef- insanları daha çok kazanıp daha çok harcamak için, âdeta yarış atları gibi, çatlarcasına bir koşturmacaya itiyor. Zira hemen her şeyin kıymeti, maddiyatla ölçülüyor. Bu ise ruhlara zehir serpiyor, vicdanları dumura uğratıyor. Hamd, şükür, rızâ, kanaat, tevâzu gibi huzur membâlarını kurutuyor.

Hâlbuki kanaat ve tevâzu üzere, sâde bir hayat yaşamanın kazandıracağı gönül huzurunu, hiçbir maddî varlık temin edemez.

SADE YAŞAMAK İMANDANDIR

Bir gün ashâb-ı kirâm, Peygamber Efendimiz’in yanında dünya nîmetlerinden bahsettiler. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Siz işitmiyor musunuz, siz işitmiyor musunuz? Sâde yaşamak îmandandır, sâde yaşamak îmandandır!” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Tereccül, 1/4161; İbn-i Mâce, Zühd, 4)

Ahmed bin Hanbel Hazretleri de şöyle der:

“Mü’mine az bir mal kâfîdir. Muhteris kişiye ise çok mal bile kâfî gelmez.”

Zira mü’min, elindekine şükredip fazlasını infâk ettiği için, malının hayrını ve bereketini görür. Muhteris ise pintiliğinden ve israflarından dolayı buhranlar içinde, endişeli ve huzursuz bir hayat yaşar. Zira nefsinin tatminsizliği içinde sürekli gözü açtır.

“İnsanoğlunun bir vâdi dolusu altını olsa, bir vâdi daha ister. Onun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz…”[7] hadîs-i şerîfi de, muhterislerin bu hâlet-i rûhiyesini târif buyurmaktadır.

Unutmamak îcâb eder ki dünya hırsı, rızkı artırmadığı gibi, gönül huzurunu azaltır, mâneviyâtı zedeler, malın bereketini yok eder. İnsan ne kadar hırslı olursa olsun, eline ancak nasibi kadarı geçer.

Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Kimin endişesi âhiret olursa, Allah, zenginliği onun kalbine koyar, işlerini dağınıklıktan kurtarır ve dünya ona boyun eğerek gelir. Her kimin endişesi de dünya olursa, Allah fakirliği onun gözü önüne koyar, kendisini derbeder eder ve dünyadan da kendisine ancak takdir edildiği kadar gelir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 30/2465)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2019 – Mart, Sayı: 397, Sayfa: 032