Allah Rasülü'nün İman Ölçüsü

İbadet Hayatımız

Rabbimiz, kendisini tanıtmak için insanların arasından en seçkin, en hayırlı, en ahlâklı, en zekî, en dürüst kullarını seçmiş ve bunlar eliyle vahiy ve kitaplarını insanlara ulaştırmıştır. İnsanların, bu kimselerin peygamberliği hakkında tereddüte düşmemesi için, başka kimsenin gösteremeyeceği mûcize ve âyetlerle onları te’yid etmiş, desteklemiştir.

Peygamberler, Allâh’ı tanıtmış, O’na kulluğun yolunu öğretmiş ve Allah adına, insanlardan kendilerine “teslim olup itaat etmelerini” istemişlerdir. (Âl-i İmrân, 79-80; en-Nisa, 64; eş-Şuarâ, 108) Çünkü herhangi bir bedel ve maddî ücret istemeyen bu sâlih kimselerin esas gayesi, insanları “kendilerine kulluğa çağırmak değil”, “Allâh’a kulluk etmeye” çağırmaktır. Allâh’a kulluk ise, Peygamberlere itaatten geçer. Çünkü peygamberler, insanlar içinde Allâh’ı en iyi tanıyan ve O’nun emirlerini en iyi bilen kimselerdir. Bir insanın, peygamberlerin önüne geçerek, onlardan daha iyi bir din ortaya koyması mümkün değildir. Böyle bir iddiayla ortaya çıkan insanların koymuş oldukları esaslar (din), Allâh’ın belirlediği bir hak din değil, olsa olsa gaflet ve dalâletle ortaya konmuş, insanı ebedî hüsrana ve cehenneme sürükleyen bâtıl bir dindir.

O halde insanların, peygamberlerin çizdiği esaslar dışında din icad etme hürriyeti (!) yoktur. Onlar, Allâh’a kulluk yolunda, peygamberlerin belirlediği çerçeve dışına taşamazlar. Peygamberlerin koyduğu esasları en güzel tatbik eden, bunlara en güzel şekilde teslimiyet gösterip itaat eden, Allâh’ın en sevdiği kul olmuş demektir. Peygamberlerin yoluna sırt çeviren, Allâh’ın gönderdiği dine de sırt çevirmiş olur.

HELAL KILDIĞINI 'HARAM' KILAMAZLAR

Peygamberlerin, Allâh’ın öğrettiği/bildirdiği din dışında, bir esas koyma (yeni bir din belirleme) hakları ve yetkileri yoktur. (Bkz: el-Mâide, 116-117) Onlar, Allâh’ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını da helâl kılamazlar. (et-Tahrîm, 1) Ancak Allâh’ın emir ve izin verdiği kadarıyla, dinin uygulanmasına yönelik birtakım tafsîlât ve beyanlarda bulunabilirler. Onların Allâh’ın indirdiği kitaba, bir şeyler ekleme veya ondan bir şeyleri çıkarma güçleri de yoktur. Zira Allah Teâlâ, onları peygamber olarak görevlendirdikten sonra, kendi hâllerine bırakmamıştır. Aksine gerek vahyin indirilmesi, gerek tebliğ edilmesi ve gerekse onların topluma tatbik edilmesi esnasında; karşılaşılan bütün zorluklara karşı, Allah, peygamberlerinin yanında ve yardımındadır. Onların gören gözü, tutan eli olmuş; düşmanlarına karşı onları koruyup kollamıştır. Böylece insanlara ulaştırmak istediği mesaj, eksiksiz ve tam olarak ulaşabilmiştir.

İnsanî zaaflarla zaman içinde, nübüvvet ışığı insanların önünü aydınlatamaz hâle gelince, Rabbimiz, kendisine giden yolu aydınlatacak başka peygamberler göndermiş ve en son olarak, kıyâmete kadar nûru devam edecek âhir zaman nebîsi, Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i insanlara lutfetmiştir.

Peygamberlerle ilgili sayılan bütün özellikler ve daha fazlası, Âhir zaman Nebîsi için de geçerlidir. O da Allah tarafından vazifelendirilmiş, desteklenmiş ve korunmuştur. Onun bildirdiği esaslar da “itaat edilmek üzere” gönderilmiştir. O’na itaat de, Allâh’a itaat sayılmıştır. (Bkz: en-Nisâ, 13-14, 61, 69, 80; el-Mâide, 92, 104; el-Enfâl, 20, 24, 46; en-Nûr, 51-52) İtaatten uzaklaşılırsa, Müslümanlar sahip oldukları heybetlerini, güç ve iktidarlarını da kaybederler. (el-Enfâl, 46) Peygamber Efendimize itaat, o insanlar arasında hayattayken gerektiği gibi, O’nun vefatından sonra da gereklidir.

Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye; İslâm’ın iki temel esasıdır. Bunlara itaat, “Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat”tir. Kim ki, Allâh’ın Rasûlü’ne itaatten yüz çevirirse, Allah’a itaatten de yüz çevirmiş demektir. Hatta Kur’ân-ı Kerim, sadece şeklî teslimiyet ve itaati değil, daha da ötesinde “kalbinde hiçbir burukluk hissetmeksizin” Allah ve Rasûlü’nün hükmüne boyun eğmeyi “îman ölçüsü” olarak kabul etmektedir:

“Hayır! Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda Seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam mânâsıyla kabullenmedikçe îman etmiş olmazlar.” (en-Nisâ, 65)

Kaynak: Melike Şahin, Şebnem Dergisi, 133. Sayı, Mart 2016