Allah Dostlarının Tamirhanesi

Cemiyet Hayatımız

Dostluğun, Allahʼtaki kaynağına ulaşan Şâh-ı Nakşibend, Geylânî, Mevlânâ, Yûnus ve Hüdâyî misâli Hak dostları, ebediyyen bütün insanlığın dostu oldular. Sevdiler, sevildiler. Dünya hayatlarından sonra da dostluk ve muhabbette ebedîleştiler, fânî gök kubbede hoş bir sadâ bıraktılar. Tarihteki büyük zâlimlerden Firavun, Nemrut, Ebrehe, Hülâgu ve günümüze kadar gelen bütün benzerleri ise, insanlığın düşmanı ve yüz karası oldular. Hiç sevilmedikleri gibi, hatırlarda zulüm sembolü olarak kaldılar. Saltanatları da hüsranla son buldu.

Mü’min bir kul, Rabbini yalnız başına zikredip O’nun mahlûkâtı ve nimetleri üzerinde tefekkür ederse Allâh Teâlâ, yolu üzerindeki perdeleri kaldırır ve onu mânevî tecellîlere nâil eder. Eğer kul, Allâh’ı bir topluluk içinde zikreder ve bununla İslâm’ı tebliğ etmek ve yüceltmek isterse, bu takdirde de Allâh Teâlâ onu semâ ehline sevdirir ve onlar da bu zâkir kula hayır duâda bulunurlar. Böylece üzerine bereketler iner. Daha sonra da, yeryüzü sâkinlerinin kalbinde sevgisi yer eder.

Bu öyle bir sevgidir ki, cemiyetin her tabakasını, en alt kademesinden en üst kademesine kadar her meslek ve meşrep sâhibini ihâta eden bir gönül şerâresidir. Onlar nasıl sevilmez ki?.. Zîrâ Mevlânâ misâli Hak dostlarının gönül dergâhları, kalbi kırıklardan gariplere, muzdariplerden muhtaçlara, sâlihlerden günahkârlara kadar, pek çok insana ebedî bir şefkat kucağı gibi açılmıştır.

O büyük Hak dostu ne güzel buyuruyor:

“Fakr u zarûret içinde boğulan gönüller, dumanla dolu bir eve benzer. Sen onların derdini dinlemek sûretiyle o dumanlı eve bir pencere aç ki, onun dumanı çekilsin ve senin de kalbin rakîkleşip rûhun incelsin.”

MEVLÂNÂ HAZRETLERİNİN DUÂSI

Mevlânâ Hazretleri’nin rakik ve diğergâm gönlü; günah bataklığına düşüp de içinde bulunduğu felâketi saâdet zanneden gâfillerin rûhlarından yükselen sessiz imdad ve feryadlar karşısında engin bir merhamet okyanusu hâlinde Kâinâtın Hâlık’ına şöyle ilticâ etmektedir:

“Rabbim! Eğer Sen’in merhametini yalnız sâlih kullarının ümîd etmesi gerekiyorsa, mücrimler kime gidip sığınsınlar?..”

“Ey ulu Allâh’ım! Eğer Sen, yalnız has kullarını kabul ediyorsan, mücrimler kime gidip yakarsınlar?.. (Muhakkak ki Sen, merhametlilerin en merhametlisisin!..)”

Bu yüzden insanlar, dâimâ Abdülkâdir Geylânî, Yûnus Emre, Bahâeddin Nakşibend ve Mevlânâ misâli Hak dostlarının muhabbet kucağını özlerler. Zîrâ onlar, “bir tâmirhâneye âletin bozuğu götürülür” hükmünce mücrimlere, kanadı kırık bir kuş gibi merhametle nazar edip onları gönül dergâhlarında ihyâ etmeyi, bütün dünyâ nîmetlerinden daha kıymetli bir nasip ve ebediyet saâdeti bilmişlerdir.

Cenâb-ı Hakk’ın Rahmân ve Rahîm esmâsının kesif tecellîlerine nâil olan bu kâmil mü’minlerde merhamet ve şefkat, bir tabiat-i asliye hâlindedir. Yine bu sâlih mü’minler, “nefsî, nefsî” hodgamlığından kurtulup, “ümmetî, ümmetî” diğergâmlığına nâil olarak bir irşad ömrü yaşarlar. Onların irşad ömürleri fânî cesetlerinden sonra da devâm eder. Onlar, nefislerini ıslah netîcesinde rûhlarını köprü olarak kullanıp ilâhî vuslata nâil olanlardır ki, ümmeti de bu yoldan geçirerek Rabb’e ulaştırmanın gayreti içinde olurlar.

Onlar, kurtuluş bekleyen kitlelerin muallimleridir; Allâh ve kulları huzûrunda bir cemaatin mes’ûliyetini vicdanlarında taşıyan mâneviyat kahramanlarıdır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Saadet Damlaları, Erkam Yayınları