Allah Dostlarının Takvâsı

Abidevi Şahsiyetler

Dünyada kendinize en güzel insanı örnek almak istemez misiniz? Cevabınız "evet"se o halde dünyadaki en güzel insanlar olan Allah dostlarının örnek hayatına, onların “hâllerine” bakalım...

Yoksa kötülük işleyenler, ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp sâlih ameller işleyen kimseler ile bir tutacağımızı mı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (el-Câsiye, 21)

Takvâ, kulun Allâh’a karşı isyan olabilecek her türlü duygu, düşünce ve sözden uzak durması, buna azamî titizlik göstermesi demektir. Takvâ, “Allah korkusu” mânâsına da gelir. Bu, Allâh’ın azabından korkmak şeklinde de ortaya çıkabilir; Allâh’ın muhabbetinden mahrum kalma korkusu şeklinde de… Takvâyı, en güzel libas (kıyafet) olarak giyen Allah dostları, bu hâlleriyle ümmet-i Muhammed’e çok güzel hâtıralar bırakmışlardır. Burada sözü daha fazla uzatmadan, güzel bir örnek almak üzere, onların “hâllerine” bakalım:

SEN AMELİNE GÜVENİYORSUN

Mis’ar bin Kidâm (k.s.) kıyameti nerede hatırlasa, ağlamaya başlardı. O kadar çok ağlardı ki, görenler hâline acır, teselli etmeye çalışırdı. Hep annesinin hizmetinde bulunur ve:

“–Anam olmasaydı; mecburî durumlar hâriç mescidden ayrılmazdım.” derdi.

Hep gözünden yaş akardı. Mescide veya herhangi bir yere gider­ken ağlar; gelirken ağlardı. Otururken ağlar; kalkarken ağlardı. Na­mazda yine ağlardı. Nihâyet ölüm döşeğinde yatıyordu. Süfyan-ı Sevrî -radıyallâhu anh- ya­nına vardı. Yine ağlar bir hâlde buldu ve şöyle dedi:

“–Ya Mis’ar, niçin ağlıyorsun? Ölüm kadar tatlı ne var? Allâh’a yemin olsun; ben şimdi ölmek istiyorum.”

Şu cevabı verdi:

“–Anlattığına göre; sen ameline güveniyorsun; yâ Sevrî!.. Ama ben kendimi öyle bulmuyorum. Ben kendimi bir kaya başında sanıyorum; nereye yuvarlanacağımı bilmiyorum.”

Bunun üzerine Süfyan-ı Sevrî ağladı ve şöyle dedi:

“–Allah katında senin çekinmen (takvan) benden daha fazla, ey kardeşim!..” (Şaranî, Veliler Ansiklopedisi, c: I, s: 188)

HARAMA DÜŞME KORKUSU

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- demiştir ki:

“–Biz bir çeşit harama düşeriz korkusu ile yetmiş çeşit helâli terk ettik.” (Abdülkerîm Kuşeyrî, er-Risâle, s: 206)

Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ- yolculuk yaparken davar güden bir çoban görmüş ve:

“–Bana bu sürüden bir koyun satar mısın?” diye sormuştu. Çoban:

“–Sürü benim değil, satamam.” dedi.

İbn-i Ömer, çobanı yoklamak için sormaya devam etti:

“–Sahibine koyunun birini kurt kaptı dersin, olur biter.” dedi.

Bu sefer çoban, İbn-i Ömer’e:

“–Peki, Allah nerede?” diye karşılık verdi.

Abdullah bin Ömer bu hadisenin ardından sık sık çobanın sözünü tekrar eder ve onun takvâsına hayranlığını dile getirirdi. (Abdülkerim Kuşeyrî, er-Risâle, s: 287)

GÜNAHLARIN ESASI

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurmuşlardır ki:

“Her hata ve günahın esâ­sı olan şu üç şeyden korunun:

-Kibirden sakının, çünkü şeytanı Âdem’e secde etmemeye sevk eden kibir idi.

-İhtirastan sakının, zîrâ Âdem’i cennette ağaçtan yemeye sevk eden hırs idi.

-Hasedden de sakının, çünkü Âdem’in iki oğlundan birinin öbürünü katletmeye hased sevk etmiştir.” (Abdülkerim Kuşeyrî, er-Risâle, s: 250)

TAKVÂNIN ÇEŞİTLERİ

Takvânın muhtelif şekilleri bulunduğundan bahsedilmiştir:

Avamın takvası, şirkten korunmakla; havassın takvası günahtan sakınmakla; evliyanın takvâsı fiil (ve iyi amelleri) vesîle bilmekle olur. Enbiyânın takvası, fiilleri kendilerine nisbet etmekle ilgilidir. Çünkü nebîlerin takvaları, Allah’tan ve Allâh’adır. (Allâh’ın yardımıyla ve Allah rızası içindir.)

Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh-’in şöyle söylediği rivâyet edilir:

“–Dünyada insanların efendisi cömert olanlar, âhirette insanların efendisi takva sahibi bulunanlardır.” (Abdülkerim Kuşeyrî, er-Risâle, s: 204)

Sehl bin Abdullah -kuddise sirruh- şöyle buyurur:

“Allah Teâlâ’nın insana şu şekilde hitap etmediği hiçbir gün yoktur: «Kulum! Hiç insaflı davranmıyorsun. Ben seni anıyorum, sen beni unutuyorsun. Seni kendime dâvet ediyorum, ancak sen başkalarının peşinden gidiyorsun! Ben, belâlardan seni muhafaza ediyorum, sen ise günahta ısrar ediyorsun. Ey Âdemoğlu, yarın kıyâmette huzuruma çıkınca hangi mazereti ileri süreceksin?»” (Feridüddin Attar, Tezkiretü’l-Evliyâ, s: 349)

KİMLERLE ARKADAŞ OLAYIM?

“–Kimlerle arkadaş olayım?” diye soran bir adama Zünnûn-i Mısrî -kuddise sirruh-  şöyle dedi:

“–Hastalandığın zaman ziyâretine gelen ve günah işlediğin vakit senin için tevbe eden kimselerle arkadaş ol.” (Abdülkerim Kuşeyrî, er-Risâle, s: 412)

ÜÇ KİŞİNİN ÜMİDİ

İbn-i Hubeyk (k.s.), recânın (recâ konusunda insanların) üç nevi olduğundan bahsetmiştir: Bir adam güzel bir amel işler ve bu amelin kabûlünü Allah’tan ümit eder. Bir adam kötü amel yapar; sonra tevbe eder, affa nâil olacağını ümid eder. Üçüncüsü yalancı adamdır, günaha devam eder ve:

“–Ben affa nail olacağımdan ümitvarım!..” der. (Abdülkerim Kuşeyrî, er-Risâle, s: 228)

ÖLÜM ÂNINDA

Resulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün can vermek üzere olan bir genci ziyaret etmiş ve:

“–Kendini nasıl buluyorsun?” diye sormuş.

Genç de:

“–Allah Teâlâ’dan ümidim var, fakat günahlarımdan korkuyorum!” demişti.

Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardı:

“–Bu makamda mümin bir kulun kalbinde iki zıt şey birleşmez. Kalbe birbirlerine zıt iki şey gelince, Allah ümit edileni verir, korkulandan emîn kılar. (Tirmîzî, Cenâiz, 11; İbn Mâce, Zühd, 31)

Kaynak: Fatma Nur Cihan, Şebnem Dergisi, 131. Sayı, Ocak 2016