Âl-i İmrân Suresi 31. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kuran Meali ve Tefsiri

Âl-i İmrân Suresi 31. ayeti ne anlatıyor? Âl-i İmrân Suresi 31. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Âl-i İmrân Suresi 31. Ayetinin Arapçası:

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

Âl-i İmrân Suresi 31. Ayetinin Meali (Anlamı):

Rasûlüm! De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.

Âl-i İmrân Suresi 31. Ayetinin Tefsiri:

Bu âyetin iniş sebebi hakkında tefsirlerde şu bilgilere yer verilmiştir:

Rivayete göre Allah Resûlü (s.a.s.) yahudileri İslâm’a çağırdığında onların: “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz. (bk. Mâide 5/18) Biz Allah’ı, senin söylediğinden daha çok severiz” demeleri üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, VIII, 16)

Başka bir rivayete göre ise Peygamberimiz (s.a.s.), Kureyşliler Mescid-i Haram’da putlara taparken yanlarına uğrayıp: “Ey Kureyş topluluğu, Allah’a yemin olsun ki siz babanız İbrâhim’in dinine karşı çıkıyorsunuz” buyurdu. Kureyşliler de: “Biz bu putlara Allah Tealâ’ya olan sevgimizden ve bunlar bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapınıyoruz” (bk. Zümer 39/3) dediler de bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (Râzî, VIII,16; Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 105)

Muhabbet; gönlün, gördüğü olgunluk, yücelik ve güzellik sebebiyle bir şeye meyletmesidir. Bu sebeple insan, kendini sevdiklerine yaklaştıracak tutum ve davranışlara daha fazla önem verir. Gerçek mânasıyla mükemmelliğin Allah Teâlâ’ya mahsûs olduğunu bilen, başka varlıklarda görülen olgunluk izlerinin de Allah’ın izni ve yardımıyla olduğunu, dolayısıyla Allah’a nisbet edilmesi gerektiğini anlayan kul, şüphesiz en çok Allah’ı sever. Kulun Allah’a muhabbeti, gönlünde bulduğu son derece latîf ve ince bir histir. Bu his onu hiç zorlanmaksızın gönüllü olarak Allah’a itaata ve O’na yaklaştıracak amellere yönlendirir. Allah’ı ve O’nun rızâsını her şeyin üzerinde tutmasına vesile olur. Allah’ın kuluna muhabbeti ise onun iyiliğini murad etmesi ve ona sayısız lutufta bulunmasıdır.

İnanç ve ameli ne olursa olsun herkes Allah Teâlâ’yı sevdiğini iddia edebilir. Fakat muhabbet, sadece iddiadan ibaret değildir; onun varlığını gösteren delil ve işaretlere ihtiyaç vardır. Âyet-i kerîme, Allah’ı seven bir kişinin, O’nun gazabını çekecek şeylerden mutlaka kaçınması ve hidâyet rehberi olarak gönderdiği Resûlullah (s.a.s.)’e ittiba etmesi gerektiğini şart koşmaktadır.

Hasan Basrî (k.s.) şu öğüdü verir:

“Sakın ola ki, «Kişi sevdiği ile beraberdir» (Buhârî, Edeb 96; Müslim, Birr 165) hadis-i şerifi senin için bir aldanma sebebi olmasın. Sen iyileri sevsen de, onlara ancak yararlı işler yapmakla katılabilirsin. Yahudiler de, hıristiyanlar da peygamberlerini severler. Ne var ki onlarla hiç bağlantıları yoktur.”

Nitekim Hasan Basrî’nin bu cümlesi üzerine İmam Gazalî (k.s.) şu açıklamayı yapmıştır:

«Kişi sevdiği ile beraberdir» (Buhârî, Edeb 96; Müslim, Birr 165) hadis-i şerifi, yapılan işlerin pek çoğunda, hiç değilse bir kısmında ortak yan bulunmaz ise, kuru sevgi hiçbir mâna ifade etmez.” (el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 318-319)

Şu misâller Resûlullah (s.a.s.)’in izinden yürüme ve onun sünnetine uyma bakımından ne kadar ibretlidir:

Bişr-i Hafî (r.h.) der ki:

“Bir gece rüyamda Fahr-i Âlem Efendimiz (s.a.s.)’i gördüm. Bana dedi ki:

«–Ey Bişr! Allah senin değerini niçin yüceltti, bilir misin?»

«–Hayır yâ Resûlallah!» dedim. Buyurdular ki:

«–Benim sünnetime uyman, sâlih kimselerin hizmetinde bulunman, din kardeşlerine öğüt vermen, ashâbımı ve Ehl-i Beyt’imi sevmen, seni sâlihlerin makâmına yükseltti.»” (Mahir İz, Tasavvuf, İstanbul, 1969, s. 184)

Hak dostlarından Abdülhâlık Gücdüvânî Hazretleri, gerçek kulluk için Peygamberimiz (s.a.s.)’in getirdiklerine uymanın lüzûmunu ne güzel açıklar:

Bir gün kendisine sordular:

“–Nefsin istediklerini mi yapalım, istemediklerini mi?”

Hazret-i Pîr şöyle cevap verdi:

“–Bu ikisinin farkını tespit edebilmek oldukça zordur. Nefis, bu isteklerin Rahmânî mi yoksa şeytânî mi olduğunu bilme husûsunda insanları çoğunlukla yanıltır. Bunun içindir ki, yalnızca Allah’ın emrettiği yapılır, yasakladığı yapılmaz. Gerçek kulluk budur.”

Sünnet-i seniyyeye ittibaya güzel bir misal de şanlı tarihimizden verelim:

II. Abdülhamid Hân’ın hanımı şöyle anlatıyor:

“Abdülhamid Hân, yatağının başında dâimâ temiz bir tuğla bulundururdu. Yataktan kalktığında çeşme mahalline gidene kadar abdestsiz yere basmamak için tuğlayla teyemmüm ederdi. Bir keresinde bunun sebebini sorduğumda:

«–Bunca müslümanların halîfesi olarak, biz sünnet ölçülerine dikkat etmezsek, ümmet-i Muhammed bundan zarar görür!..» diye karşılık verdi.”

Şair ne güzel söylemektedir:

Hâric-i dâire-i fermân-ı Peygamber olan

Kendi nefsin İslâm’a dâhil bilmesun

İşte mikyas-ı şeriat ölçmeyen a’mâlini

Beyhûde İslâmım deyu dâvâ etmesun.

Zira insan, Peygamber’e uyarak Allah’a itaat etmiş, Allah’a etmek sûretiyle de O’nun sevgisini kazanmış olur. Çünkü Allah, kendisine itaat edenleri sever. Dolayısıyla eğer Peygamber’e ittiba yoksa, bahsedilen sevgi de yok demektir. Bu sebepledir ki bir sonraki âyet Allah ve Resûlü’ne itaati emretmektedir:

Âl-i İmrân Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Âl-i İmrân Suresi 31. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...