Aileyi Besleyen Temel Değerler

Aile Hayatımız

Aile kavramının etimolojik manası, üzerinde duracağımız kavramların önemini ortaya koymaya yetecek bir etki alanına sahiptir. Aile sürekli ihtiyaç duyan demektir. Ancak burada sadece maddi anlamda bir muhtaçlık söz konusu değildir. Bu ihtiyaç ailenin üzerine bina edildiği yüksek değerlere olan ihtiyaçtır.

Aileyi besleyen temel değerler: sadakat, adalet, ihsan, iffet...

Kur’an-ı Kerim’de Duha suresi 6. ayette geçen “Seni ihtiyaç içinde bulup da zenginleştirmedi mi?” zenginliğin maddi bir anlam ifade etmediği gibi ailedeki muhtaçlık da aynı bağlamda değerlendirilmelidir. Kaldı ki birçok müfessir bu zenginliği Hz. Peygamber’in Hz. Hatice ile evliliği olarak yorumlamış ve hane-i saadetin ilk inşası ile ilişkilendirmişlerdir. Bir hadis-i şerifte ise “Bütün insanlar daima ve sürekli olarak Allah’a muhtaçtır.” buyrulmaktadır. İşte bu bağlamda aileyi ayakta tutacak ve ailenin muhtaç olduğu güven ve saadeti sağlayacak dört büyük değer vardır ki bu değerler sadakat, adalet, ihsan ve iffettir.

SADAKAT AİLENİN EN ÖNEMLİ YAPI TAŞLARINDANDIR

Sadakat sadece Allah ve Rasulü’ne karşı bir bağlılık olmayıp sorumluluk ve aidiyet duyulan her alanda ve herkese karşı gösterilmesi gereken bir erdem, bir fazilettir. Bu bağlamda kişinin hayat boyu kendisine karşı hak ve hukukunun olduğu ve sorumluluklar üstlendiği, en özel anlarını paylaştığı eşi özel olarak zikredilmelidir. Zira eşler arası ilişkilerin uzun soluklu olabilmesi ve aile ocağının ayakta kalabilmesinin en önemli yapı taşlarından birisi sadakattir. Sadakat, nikâh müessesesinin üzerine bina edildiği sözleşmenin temelidir. Nikâh ve evlilik başlı başına bir evlilik sözleşmesidir. Nikâhtaki “icab ve kabul” sadakati gerektirir. Dolayısıyla nikâhta aslolan eşlerin birbirine sadakatidir.

Nikâh ise hem ahiddir, hem akiddir, hem de misaktır. Ahid olması itibariyle ahlaki bir sadakat sözleşmesidir. Akid olması hasebiyle eşler arasındaki sadakati hukuki ilkelere bağlayan bir anlaşmadır. Misak olması yönünden ise her iki sadakat sözleşmesini, yani ahlaki ve hukuki anlamda sadakat sözleşmesini dini, ruhi, kalbi ve manevi bir temele oturtmaktadır. Çünkü nikâhla eşler sadece birbirlerine söz vermez ve yalnızca bir antlaşma imzalamış olmazlar. Aynı zamanda meleklerin şehadetinde Yüce Allah’a da söz vermiş olurlar.

Rabbimiz Nisa suresi 21. ayette bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Birbirinizle beraber olduğunuz hâlde, üstelik onlar sizden sapasağlam bir söz de almışken onu geri mi alacaksınız?” Ayette de görüldüğü gibi nikâh akdi veya ahdi sıradan bir antlaşma olmayıp, şartları ve sorumluluğu ağır bir misaktır. Kuran-ı Kerim’de “misak” kavramı birçok ayette geçerken, “sorumluluğu ağır bir anlaşma” şeklinde sadece üç ayette yer almaktadır. Ahzâb suresi 7. ayette Yüce Allah’ın peygamberlerinden aldığı sadakat sözü, Nisa suresi 154. ayette İsrailoğullarından haddi aşmamalarına dair aldığı misak ve Nisa suresi 21. ayette nikâh akdine atfen “ağır sorumluluk taşıyan bir söz” olarak zikredilmektedir.

Fotoğraf: Şaban Kama

Sadakat sadece sözde durmak demek değildir. Sıdkın, yani doğruluğun aynı zamanda davranışa dönüşmesidir ki Sevgili Peygamberimiz buna “sadaka” demiştir. Allah Rasulü’ne göre sadaka; kişinin hem Allah’a hem kendisine hem de insanlara sadakatini gösteren her türlü söz ve davranıştır. Hatta “Kişinin eşinin ağzına verdiği her lokma sadakadır.” ve “Kişinin eşinin yüzüne tebessümle bakması sadakadır, eşine sadakatinin göstergesidir.” hadis-i şerifleri de bu bağlamda değerlendirilmeli ve anlaşılmalıdır.

Zira eşlerin aile içinde birbirlerine yaptıkları her iyilik, her güzellik sadakatin birer göstergesi olarak Allah nezdinde de değer bulacaktır. Bu hususu şu cümle ile bağlamak mümkündür: Nikâhın ahid boyutu aile içi sadakati zorunlu kılmaktadır. Fıtrî bir ihtiyaç olan güven duygusu, insanî ilişkilerin sağlıklı bir düzlemde ilerleyebilmesinin olmazsa olmaz koşuludur. Güvenin olmadığı yerde şüphe vardır, şüphenin olduğu yerde ise samimiyetten, birlik ve beraberlikten bahsedilemez.

ADALET SADAKATİ BESLER

Adalet, nikâhın akid boyutunun zorunlu bir neticesidir. Nikâh akdi evlenen tarafların hem birbirlerine karşı hem diğer aile bireylerine ve topluma karşı vazifelerini ve sorumluluklarını, özellikle de Yüce Allah’a karşı sorumluluklarını belirleyen bir akiddir. Sorumluluklar yerine getirilmediği ve ilişkilerde adalet olmadığı zaman akdin gerekleri yerine getirilmemiş olur.

Hiçbir makam, mevki, yoğun mesai aile bireylerinin eş ve ebeveyn olarak sorumluluklarını ihlal veya ihmal etmek için yeterli bir mazeret olmasa gerektir. Sorumluluklarının bilincinde olmayan eşler adaletin dışına çıkar ve birbirlerine zulmederler. Bununla da kalmayıp hem kendi nefislerine zulmetmiş hem de çocuklarının hukukunu ihlal etmiş olurlar.

Burada Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın duasını hatırlamak gerekir. Kurulan bu ilk insanlık ailesi, Allah’a verdikleri sözün dışına çıkınca kendilerine zulmetmişler ve hemen akabinde pişman olarak af dilemişlerdi: “Dediler ki: "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!" (A'râf, 7/23.)

İHSAN, ADALETİN DE FEVKİNDE BİR DEĞERDİR

Önemli bir diğer değer ve erdem olan ihsan ise sadece Allah’ın huzurunda ve ibadetlerde değil aynı zamanda insan ilişkilerinde ve canlı cansız bütün varlıklar karşısında geçerlidir. İnsanların kendi aralarında yaptıkları davranışların ihsan boyutuna ulaşması için karşılık beklenmeden sırf Allah rızası için yapılması gerekir. Bu şekilde davranan insanlara “muhsin” adı verilir. Yaptıkları güzel işlere ve davranışlara ise “hasene” denilir. Nitekim Nahl suresi 90. ayette adalet ve ihsan ilkelerinin uygulanması emredilmektedir: “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”

Allah’a ve diğer insanlara karşı sorumlulukları bulunan insanlar için her iki özellik de önem arz etmektedir. Adalet, borcunu vermek, alacağını istemektir; görevini yerine getirmek ve hakkını almaktır. İhsan ise borcundan daha fazlasını vermek, alacağından daha azına razı olmaktır. Buna göre adalet; hakkaniyet ve eşitlik ilkeleri ile hareket etmek anlamına gelirken, ihsan; gerektiği zaman haklarından feragat etmek, verilen görevlerin daha ötesini yapmak olarak anlaşılmaktadır.

Aile ilişkilerinde ise ihsan adaletin de fevkinde bir değerdir. Zira adaletin her zaman ailenin sadakatini sürdüren bir değer olmadığı zamanlar da vardır. Aslında adalet ailede kimi zaman son çözümdür. Bu konuyu örneklerle daha anlaşılır hale getirmek mümkündür: Mesela anne ve babanın istemese de evlatlarına kızıp seslerini yükselttiği zamanlar olabilir. Ancak adaletin gereği evladın da anne ve babaya misliyle karşılık vermesi düşünülemez hatta “öf” dahi deme hakları yoktur. Burada aslolan ebeveyne ihsan ile muamelede bulunmaktır.

Her ne kadar bizim örfümüzde uygulaması sık görülmese de bazı fıkıh kitaplarında bir annenin çocuğunu emzirme mecburiyetinin olmadığı yazılıdır. Bu yazılanlara göre anne çocuğunu emzirmek istemezse baba, anneyi buna zorlayamaz ve bu konuda zor kullanamaz. Ancak annenin yavrusunu ona olan şefkati ve sevgisi sebebiyle emzirmesi ailesine ve özelde çocuğuna ihsanıdır.

Ayrıca evliliğin devamında iyilik istendiği gibi, boşanma durumunda da iyilik ve ihsan ile davranılması istenmektedir. Bakara suresi 231. ayette şöyle buyrulmaktadır: “Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın.”

Bu şekilde adaletin temininden sonra güzel davranışların devam ettirilmesi, aileler arasındaki husumetin sona ermesi gerek boşanma esnasında, gerekse sonrasında boşanan çiftlerin birbirlerine karşı, İslam ahlakına yakışır bir güzellikte davranışlar sergilemelerini sağlayacaktır.

Adalet ve ihsan ilişkisi bağlamında şu hadis-i şerif de oldukça anlamlıdır: “Allah Rasulü; ‘Sıradan, zayıf karakterli insanlar olmayınız.’ buyurduğunda; ‘Nasıl olursak sıradan insan oluruz?’ diyen ashabına şöyle demiştir: ‘Herkes iyilik yaparsa biz de iyilik yaparız, herkes haksızlık yaparsa bizde haksızlık ederiz derseniz sıradan insanlar olursunuz. Aksine insanlar size iyilik yaparsa iyilik yapmayı, onlar kötülük yaparsa dahi kötülük/ haksızlık yapmamayı alışkanlık hâline getirin.” (Tirmizi, Birr, 63.)

Yüce Rabbimiz ise Fussilet suresi 34. ayette şöyle buyurmaktadır: “İyilikle kötülük bir değildir. Siz kötülüğü en güzel iyilik ile def etmeye çalışınız, kötülüğü iyilikle ortadan kaldırınız. Böyle yaptığınız tak-

dirde en azılı düşmanlıkları en sıcak dostluklara, en şefkatli, en merhametli dostluklara dönüştürmüş olursunuz.”

HAYÂ HAYATTIR

Ailede sadakatin, adaletin ve de ihsanın geçerliliğini sağlayacak bir ahlaki ilke vardır ki o da iffet ve hayâdır. Hayâ hayattır. Hayâsızlık hayatsızlıktır, yani ölümdür. İffet ve hayâ hayatın olduğu gibi ailenin de varlık sebeplerinden biridir. Hayâ ailenin de hayatıdır. Yokluğu ailenin de yıkımı demektir.

İffet ve hayâ sadece kadın için değil, her iki eş için, daha doğrusu insan için geçerli olan bir kavramdır. İffet ve hayâyı sıradan bir utanma duygusu olarak tarif etmek eksik bir tanım olur. Enes b. Mâlik’ten rivayet edildiğine göre, Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Arsızlık nerede ve kimde olursa olsun çirkinleştirir; hayâ ise nerede ve kimde olursa olsun zarifleştirir.” (Tirmizî, Birr, 47.)

Aile için hayâ hem eşlerin kendilerini kötülüklerden koruması hem de birbirlerini hayâsızlıktan kurtarması bağlamında oldukça hayati bir kavramdır. Ailedeki hayâ aynı zamanda nikâhtaki sadakati besleyen ve diri tutan önemli bir unsurdur.

Aslında hayâ duygusu öncelikle Allah ile kul arasında, sonra insan ile insan arasındadır. İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber bir gün; ‘Allah'tan hakkıyla hayâ edin!’ buyurdular. Biz: ‘Ey Allah'ın Rasulü, elhamdülillah, biz Allah'tan hayâ ediyoruz.’ dedik. Ancak O, şu açıklamayı yaptı: ‘Söylemek istediğim bu (sizin anladığınız hayâ) değil. Allah'tan hakkıyla hayâ etmek, başı ve onun taşıdıklarını, batnı (karnınızı) ve onun ihtiva ettiklerini muhafaza etmeniz, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamanızdır. Kim ahireti dilerse dünya hayatının ziynetini/gösterişini terk etmeli, ahireti bu hayata tercih etmelidir. Kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah'tan hakkıyla hayâ etmiş olur.” (Tirmizi, Kıyamet 25.)

Bu hadis-i şerife göre; Allah’tan hakkıyla hayâ eden kimse bütün organlarını her türlü kötülükten korumalıdır. Yine Rabbinden gerçekten utanan kul ölümü ve sonrasını hep göz önünde bulundurmalıdır.

Bir kadının ‘çocuk emzirmek ve bakmak, ev işleri yapmak benim vecibem değil’ diyerek eşine ve aile bireylerine ihsanla muamelede bulunmaması yine söz konusu akid ve ahidle bağdaşmayan ve ailedeki sadakat, meveddet ve rahmeti zedeleyen davranışlardır.

Bir erkeğin ise nikâh akdi ve ahdi ile bağlandığı eşinden gizli olarak, hem de sanki Allah’ın “...adaleti isteseniz de sağlayamazsınız, öyleyse tek eş sizin için daha hayırlıdır” buyruğunu ve nikâhın ilan etmek demek olduğunu dikkate almadan, adeta önemli bir sünnet icra edercesine başka bir hanımla daha nikâh akdine yeltenmesi ailedeki sadakat ilkesi ile nasıl bağdaşır? Üstelik bir de zulümden, can ve namus emniyetinden korktuğu için ülkesinden kaçıp kendisine sığınan, Allah’ın emaneti kadın ve genç kızların çaresizliğinden istifade ederek birden fazla evliliğe tevessül eden insanların aile sadakatine verdiği zarar oldukça düşündürücüdür.

Bu hususlarda erdemli insanların, kanaat önderlerinin bu tür yozlaşmaları engelleyici ve caydırıcı çözüm arayışlarına girmeleri kaçınılmazdır ve elzemdir. Zira istismara açık olan bu uygulamalar toplumda gittikçe yayılmakta ve meşruiyet kazanmaya doğru yol almaktadır. Bu kontrol mekanizmaları yeterince işletilmediği zaman bireyler mutsuz olur, aile mutsuz olur ve bu huzursuzluk topluma dalga dalga yayılarak şiddete, ahlaki yozlaşmalara, güvensizliğe ve çatışmalara zemin hazırlar.

Sonuç olarak sadakat, adalet, ihsan ve iffet aileyi besleyen en önemli değerlerdir. Bunlar yeterince dikkate alınmadığı takdirde ailede çok ciddi sıkıntıları da beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Şöyle ki; sadakat terk edildiği zaman kişi kezzab olur. Adalet ortadan kalkınca beşer zalim olur. İhsanla muameleden uzaklaşınca kul günahkâr olur. İffet ortadan kalkınca insan fuhşiyata düşmüş olur.

Tüm bunları şeklî bir hukuk kuralı ile meşru göstermek ahlaki bir duruş değildir. Aksine şahsiyet zaafıdır ve nefsin heva ve heveslerine tabi olmaktır. Tüm bu heva ve heveslere Kur’an-ı Kerim’den, sünnetten, Allah Rasulü’nün hayatından delil ve örnek aramak beyhude bir çabadır. İşte bu noktada Hz. Peygamber’in şu kısa ve öz sözü zihinlerde yankılanır: “Utanmıyorsan dilediğini yap!” (İbn Mâce, Zühd, 17.)

İzahına çalıştığımız bu yüce değerler ihmal edildiği zaman;

● Aile bireyleri arasında sevgisizlik, güvensizlik ve ihanet söz konusu olur.

● Kişinin harama uzanmasının önündeki koruyucu engeller ortadan kalkar.

● Aile yuvası maalesef dünyadaki cehenneme dönüşür.

● Huzuru ve sükûneti birbirlerinde değil, başkalarında aramaya başlarlar.

● Bencillik, israf, aç gözlülük, gösteriş ve riya gibi hasletler aile üzerine karabasan gibi çöker.

Ailede bu temel değerler sağlıklı bir şekilde yerleştiği zaman ise;

● Eşler birbirine karşı sevgi saygı ve güven içerisinde olur.

● Birbirinin elbisesi olup, birbiriyle hayat bulur.

● Elini, dilini, gözünü, kalbini her türlü haramdan korur, günahtan uzak durur.

● Aile yuvası dünyadaki cennetleri olur.

● Kanaat, tevazu, cömertlik, diğergâmlık gibi meziyetler; yetimi, öksüzü himaye, güçsüze yardım, infak, tasadduk, paylaşma gibi erdemler hayat felsefeleri olur.

Hane-i Saadet örneklikleri, Allah’ın rızası gayeleri, cennet yurdu ise hedefleri olur.

Kaynak: diyanetdergi.com