Adab-ı Muaşeret Ne Demek? Adab-ı Muaşeret Ne Anlama Gelir?

NE NEDİR?

Âdâb-ı muâşeret ne demektir? Âdâb-ı muâşeret ne anlama gelir? Âdâb-ı muâşeretin toplum içindeki önemi nedir?

Âdâb, “edeb” kelimesinin çoğulu olup iyi ahlâk, güzel terbiye, utanma, zarâfet, usluluk, insanlara kavlen ve fiilen güzel davranışta bulunmak demektir. Kur’ân-ı ifade olarak “خُáْق hulk” kelimesi ile ifade edilir, çoğulu ise “ahlâk”tır.

edabun  âdâbun

hulkun  ahlâkun

Muâşeret, insanlar arası muâmeleye denir. Bu muâmele hüsn-i muâşeret (güzel) de olabilir, sû-i muaşeret (kötü) de olabilir. Âdâb-ı muâşeret, hüsn-i muâşerettir.

Âdâb-ı muâşeret ıstılâh olarak; Kur'ân ve sünnet çizgisinde ahlâkî donanıma sahip olup toplumda İslâm ahlâkının yaşanarak faziletli bir toplumun gereğinin yerine getirilmesidir.

ÎMAN, AMEL VE AHLÂK BÜTÜNLÜĞÜ

Kur’ân-ı Kerîm’de hükümler 3'e ayrılır; Îman, amel, ahlâk. Cenâb-ı Hak insanda bu üçünün bir arada bulunmasını ister. Ancak bu üçü birleştiği zaman insan, kemâl bulur. Îman var, amel-i sâlih yoksa ya da amel-i sâlih var ahlâk yoksa Cenâb-ı Hakk’ın bizden istediği kulluk tam olarak tahakkuk etmiş olmaz. Misal verecek olursak; kişi îman eden biri ama namaz kılmıyorsa ya da namaz kılıyor ama yalan söylüyorsa bu bütünlük tam olarak sağlanamamış demektir.

Kur’ân-ı Kerîm’de îmandan sonra emredilen en mühim husus, amel-i sâlihtir. Zîra Cenâb-ı Hak yüze yakın âyette, “îman eden ve sâlih amel işleyenler” buyurarak îman ve sâlih amelin birbirinden ayrı düşünülemeyecek derecedeki yakın irtibatına işâret buyurmuştur. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “Mü’minlerin îman cihetinden en mükemmeli, ahlâken en güzel olanıdır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II) şeklindeki beyânlarıyla, ahlâkın, îmânın meyvesi ve kemâlinin alâmeti olduğunu bildirmiştir.

Kur'ân’da en önemli ahlâkî esasları beyân eden sûre, Hucurât sûresi’dir. Bu sûrede; mü’minlerin, gerek Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşı, gerek kendi aralarında dikkat etmeleri gereken edeb kaideleri ve ahlâkî esaslar emir buyrulmaktadır.

Yine bu konudaki en önemli âyet ise, Kalem sûresi 4.âyet-i kerîme’dir.

“Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlâk üzeresin” (el-Kalem, 4)

Cenâb-ı Hak el-Âlim, her şeyi bilen; es-Semi’, her şeyi işiten ve el-Basîr, her şeyi gören’dir. Âyet-i kerîme’de şöyle buyrulur:

“O hıyanetle gizlice bakışı da bilir. Gönüllerde gizlenen şeyleri de.” (el-Mü'mîn, 19)

İlâhî kameralar altında ahlâkın tescillenmesi kolay mı? Bu âyet-i kerîme Peygamber Efendimiz’in -sallâllâhu aleyhi ve sellem- takdir belgesi, ümmetinin önünde ahlâkının tescilidir.

Târihte hayatının tamamı en ince teferruatına kadar tesbît edilen tek Peygamber ve tek insan Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-‘dir. O’nun bütün fiil, söz ve duyguları an-be-an kaydedilerek târihe bir şeref levhası hâlinde geçmiştir.

Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Ben başka bir maksatla değil, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvattâ, Hüsnü’l-hulk, 8) buyurarak vazifesini tarif etmiş ve bütün insanlık âlemine “üsve-i hasene” yani mükemmel bir ahlâk nümûnesi olmuştur.

Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Andolsun ki, Rasûlullâh’da sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için bir “üsve-i hasene” vardır.” (el-Ahzâb, 21)

Cenâb-ı Hak, İslâm ile murâd ettiği “kâmil insan” modelini, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şahsında sergilemiş, O’nu bütün bir beşeriyet için örnek şahsiyet kılmıştır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz’i -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yakından tanımalı, sevmeli ve O’nun ahlâkıyla ahlâklanmanın gayreti içinde olmalıyız.

İNSANIN ÜÇ TEMEL İHTİYACI

İnsan, bu dünyaya üç temel ihtiyaçla gelir. Bunlar gıdâ, bilgi edinme (ilim) ve terbiye ihtiyacıdır.

  1. Gıda İhtiyacı (Yeme-içme âdâbı konusunda anlatılacaktır.)
  2. Bilgi Edinme İhtiyacı: İnsan, öğrenme ihtiyacıyla dünyaya gelir. Diğer mahlûkat ise ilâhî imtihana tâbî olmadıkları için, Cenâb-ı Hakk'ın onların fıtratlarına kodladığı sevk-i tabiîler (içgüdüler) istikâmetinde hareket ederler; bu şekilde dünyadaki fonksiyonlarına göre hayatlarını yaşayıp giderler. Fakat insan öyle değildir.

Cenâb-ı Hak, insana akıl nimetini lûtfetmiş ve bu aklı, vahyin muhtevasında kullanmasını emretmiştir. Mutlak bilgi, vahiy ile elde edilir. İnsanlığın ilk atasının Hz. Âdem-aleyhisselâm- olduğunu Kur’ân-ı Kerîm’den öğrenmeseydik bu gerçeği hangi arkeolojik kazıda bulabilirdik? Bu sebeple aklın donanımı vahiydir.

3.Terbiye İhtiyacı: İnsan, terbiye edilmeye muhtaç olarak dünyaya gelir.

“…Her bir nefis ve onu düzenleyene, ona hem fücûru (Allah’tan uzaklaştıran kötülükleri), hem de takvâyı (Allâh’a yakınlaşma yolunu/vuslatı) ilham edene yemin olsun ki...” (Şems, 7-8)

Âyet-i kerîmelerde buyurulduğu gibi insanoğlunun nefsinde, bir tarafta nefsânî arzular ve fücur, bir tarafta ise takvâ vardır. Yani insan iyiliğe de kötülüğe de meyyaldir.

Bu gerçek dolayısıyla Cenâb-ı Hak, bu imtihan dünyasında kullarına, nefsin handikapları içinde kaybolmayıp, ömrü en güzel ve bereketli bir sûrette geçirmek için en büyük terbiyeciler olarak peygamberleri ikram ve ihsân etmiştir.

AKIL VE EDEP ARASINDAKİ İLİŞKİ

Allah dostlarından birine “Akıl görünür mü?” diye sorarlar.

“Aklın görünen kısmı edeptir.” buyurur.

Edep, hayâ ve ayıp kavramları aklı muhatap alır, aklı olmayanlardan bunları anlamaları beklenemez. Misal; bir deliye ayıp dememizin bir anlamı var mıdır? Bir hayvan ihtiyacını görürken ona ayıp dememizin bir önemi var mıdır? Hayır!...

Dinimizin mükellef kıldığı insan da aklı olan insandır. Ne kadar akıllı isek o kadar edepli ne kadar edepli isek o kadar akıllıyız.

Mevlânâ Hazretleri buyurur:

“Aklım kalbime sordu:

“–Din nedir?”

Kalbim de aklımın kulağına eğildi ve fısıldayarak

“–Din, edepten ibârettir!” dedi.

Edebin ehemmiyetini belirten şu mısralar ne güzeldir:

“Edeb bir tâc imiş nûr-i Hudâ’dan

Giy o tâcı emîn ol her belâdan”

“Edep, Yüce Mevlâmız’ın sonsuz nûrundan dünyâya akseden muhteşem bir taçtır. Bu tâcı giyerek bütün belâlardan emîn ol, kurtul!