Abdulvahid Bin Zeyd (k.s.) Kimdir?

KİM KİMDİR?

Adı Abdulvahid bin Zeyd, künyesi Ebû Ubeyde, nisbesi el-Basrî. Aslen Şam’lıdır, önce Kudüs’e sonra Abadan’a gidip yerleşti. Basra’ya seyahatlarde bulundu. Hasan el-Basrî’nin talebesidir. O’na hizmet etmiş, derslerine katılmıştır. Mâlik bin Dinar ve Muhammed bin Vâsi’ ile çağdaş ve arkadaş. Vefatı: 177/793.

Yumuşak kalpli ve gözü yaşlı idi. Vecd ehliydi. Vecd ve gözyaşları dinleyenleri gaşy ederdi. Şöyle derdi: “Kardeşlerim, cehennem korkusu sizi ağlatmıyor mu? Her kim cehennem korkusuyla gözyaşı dökerse Allah onu ateşten korur. Kardeşlerim, kıyametteki şiddetli susuzluk da mı sizi ağlatmıyor? Allah’a olan iştiyakınızdan dolayı da mı ağlayamıyorsunuz, kim Allah’a olan sevgi ve iştiyakından dolayı ağlarsa Cenab-ı Hak onu cemalinden mahrum bırakmaz.”

HÜZÜN EHLİ

Hüzün ehliydi. Hatta Husayn bin el-Kasım el-Vezzar onun hakkında şöyle derdi: “Abdülvahid’in hüzün ve ağlaması Basra halkına taksim edilse hepsine kâfi gelirdi.”

Hâris bin Ubeyd anlatıyor:

“Mâlik bin Dinâr’ın huzurunda Abdülvahid bin Zeyd yanıma otururdu. Onun ağlamasının şiddetinden Mâlik’in vaazlarından hiçbir şey anlayamazdım.”

Sıdk ehli sâdıklardandı. O’na göre “Sıdk, Allah’a verilen söze fiilen vefakârlık göstermekti. Kırk yıl yatsı abdestiyle sabah namazı kılan seherîlerdendi.

Salih kişilerle düşüp kalkmayı öğütler ve şöyle buyururdu:

“Dindar kimselerle oturup kalkın. Şayet dindar kişilerle oturup kalkmaya imkân bulamazsanız bari mürüvvet ehli olanlarla görüşün. Çünkü onların meclisinde dindarlara sövülmez.”

Üstadı Hasan Basrî gibi, zâhiddi, dünyaya değer vermezdi, dünyalık peşinde koşmayı hoş karşılamazdı: “Kendisine dünyalık bir nasib verilen kul, ikincisini istemeye kalkışırsa Allah Teala onun kalbinden kendi zatıyla halvet etme sevgisini çıkarır” derdi.

Midesine karşı kavi olan, dinine karşı da kavi olurdu. Midesine karşı sağlam olanın ahlâk-ı hasenesi de sağlam olurdu. Midesi cihetinden dinine gelecek zararı bilmeyen kimse âbidler arasında âmâ gibiydi.

RİYAZATI

Riyazat ehliydi. Ve riyazatı şöyle tarif ve tavsiye ederdi: Ekmek ve tuzla iktifa ederek riyâzat yapın. Çünkü böyle bir riyazat vücudun yağını eritir, dolayısıyla “yakîn” duygusunu artırır.

Şöyle konuşurdu:

“Kim Allah’a tâat hususunda sabırlı olmaya niyet ederse Allah onu sabra muvaffak kılar ve gücünü artırır. Kim de mâsiyetten korunmak konusunda sabra niyyet ederse Allah onu sabra muvaffak kılar, Allah sevgisinden dolayı, hevâsına sabredene ne mutlu!”

Ameller içinde derece bakımından sabrı geçebilen sadece rızâ vardı. Amellerden rızâdan daha üstün olanını bilemiyorum, derdi. Çünkü rızâ, muhabbetin temeliydi.

Rıza, Hakk’a açılan en büyük kapı ve dünyanın cennetiydi. Ve yine ona göre Hakk Teâlâ, kulundan razı olmadıkça kulun O’ndan razı olması hemen hemen mümkün değildi. Çünkü Hakk Teâlâ: “Allah onlardan, onlar da O’ndan razı oldu” (el-Beyyine, 8) buyurmuştur.

Kulun Allah’a karşı olan hallerinin en sevimlisi ahvâlinin O’nun emirlerine uymasıydı. Kulun bu haliyle Allah’a itaat için dünyada kalması da, ruhunun kabzedilmesi de Allah’ın en sevdiği hususlardandı.

Derdi ki:

“Mü’min, dünyada ana rahmindeki yavruya benzer. Ordan kendi isteğiyle çıkıp gitmeyi arzulamaz. Fakat bir kere çıkınca da tekrar geri dönmeyi düşünmez.” - rahmetullahi aleyh -

Kaynaklar: Hılyetü’l-evliyâ, VI, 155-165; Sıfatu’s-safve III, 321-325; Şa’râni, I, 39-40; el-Kevâkibu’d-dürriyye I, 135-136; A’lâmu’n-nübelâ, VII, 178-180.

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları

BENZER HABERLER