Abdullah b. Huzâfe’nin (r.a.) Fazîleti

Sahabiler

Peygamberimize (s.a.v.) elçilik yapan sahâbîlerden Abdullah b. Huzâfe’nin (r.a.) eşsiz fazîleti ve îman cesâretini anlatan ibretlik kıssayı yazımızda okuyabilirsiniz.

Abdullâh bin Huzâfe -radıyallâhu anh-’ın eşsiz fazîletini ve îman cesâretini sergileyen nice ibretlerle dolu bir kıssası vardır:

ABDULLAH B. HUZÂFE’NİN (R.A.) FAZÎLETİ

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın hilâfeti döneminde Şam’ın Kayseriye taraflarında Rumlar üzerine bir İslâm ordusu gönderilmişti. Abdullâh bin Huzâfe -radıyallâhu anh- da orduda bulunuyordu. Rumlar onu esir ettiler. Krallarına götürdüler ve; “Bu, Muhammed’in ashâbındandır!” dediler.

Kral, Hazret-i Abdullâh’ı bir eve kapattırıp günlerce yemekten, içmekten alıkoyduktan sonra, ona bir miktar şarap ve domuz eti gönderdi. Üç gün gözlediler. Abdullâh -radıyallâhu anh-, ne şaraba ne de domuz etine el sürmedi. Krala:

“–Onun boynu iyice büküldü. Oradan çıkarmazsanız ölecek!” dediler. Kral, onu getirterek:

“–Seni yiyip içmekten alıkoyan nedir?” diye sordu. Abdullâh -radıyallâhu anh-:

“–Gerçi zarûret, onlardan yemeyi ve içmeyi bana helâl kılmıştır, ama ben seni, kendime ve İslâm’a güldürmek istemedim!” dedi. Kral onun bu vakur tavrı karşısında:

“–Sen hristiyan olsan da mülkümün yarısını sana versem, seni mülk ve saltanatıma ortak yapsam, kızımı da seninle evlendirsem olmaz mı?” dedi. Abdullâh -radıyallâhu anh-:

“–Sen bana, Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-’ın dîninden göz açıp kapayıncaya kadar dönmem karşılığında mülkünün tamâmını ve bütün Arap mülkünü versen bile, bunu aslâ yapmam.” dedi. Kral:

“–Öyleyse seni öldürürüm.” dedi. Hazret-i Abdullâh:

“–O da senin bileceğin bir şey!” dedi. Abdullâh -radıyallâhu anh- çarmıha gerildi. Okçular önce ona isâbet etmeyecek şekilde, gözünü korkutmak için ok attılar. Daha sonra kendisine tekrar hristiyan olması teklif edildi. O mübârek sahâbî en ufak bir temâyül bile göstermedi. Bunun üzerine Kral:

“–Ya hristiyan olursun ya da seni kaynar kazanın içine atarım.” dedi. Kabûl etmeyince bakırdan bir kazan getirildi, içine zeytin yağı veya su konularak kaynatıldı. Kral, müslümanlardan bir esir getirtti. Hristiyan olmasını teklif etti. Esir, bu teklifi kabûl etmeyince kazanın içine atılmasını emretti. Müslüman esir, kazana atıldı. Abdullâh -radıyallâhu anh-, ona bakıyordu. Etleri bir anda kemiklerinden soyulup dökülüverdi.

Kral, Abdullâh -radıyallâhu anh-’a tekrar hristiyan olmasını teklif etti. Kabûl etmeyince, onun da kazana atılmasını emretti. Hazret-i Abdullâh kazana atılacağı esnâda ağlamaya başladı. Kral, fikir değiştirdiğini zannederek Abdullâh -radıyallâhu anh-’ı yanına getirtti ve tekrar hristiyan olmasını teklif etti. Şiddetle reddettiğini görünce hayret ederek:

“–Öyleyse niçin ağladın?” diye sordu. Hazret-i Abdullâh, şu muhteşem cevâbı verdi:

“–Zannetme ki senin bana yapmak istediğinden korkarak ağladım! Ben, Allâh yolunda verebileceğim bir tek canım olduğu için ağladım. Kendi kendime; «Sen şimdi bir tek can taşıyorsun, şu kazana atılacak, Allâh yolunda bir anda ölüp gideceksin. Hâlbuki vücûdumdaki kıllar adedince canım olmasını ve her biri için bunların Allâh yolunda bana tekrar tekrar yapılmasını ne kadar arzu ederdim.» dedim.”

Hazret-i Abdullâh’ın îman celâdet ve asâletiyle sergilediği bu müthiş tavır, kralın çok hoşuna gitti ve onu serbest bırakmak istedi.

“–Başımı öp de seni serbest bırakayım.” dedi.

Abdullâh -radıyallâhu anh-, bir mahzuru bulunmayan bu teklife, yine bir teklifle karşılık verdi:

“–Benimle birlikte bütün müslüman esirleri de serbest bırakır mısın?” Kral:

“–Evet bırakırım.” deyince de:

“–İşte şimdi olur.” dedi. Hazret-i Abdullâh -radıyallâhu anh- der ki:

“Kendi kendime; «Hem canımı hem de müslüman esirlerin canını kurtarmak için Allâh düşmanlarından bir düşmanın başını öpmemde ne mahzur olacak ki? Öp gitsin!» dedim.” O gün seksen müslüman serbest bırakıldı. Hazret-i Ömer’in yanına geldiklerinde durumu ona anlattılar. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“–Abdullâh bin Huzâfe’nin başını öpmek, her müslümana düşen bir vazîfedir! Bunu yerine getirmeye ilk önce ben başlıyorum.” dedi. Kalkıp onun yanına gitti ve başını öptü.[1]

Firâset sâhibi kâmil mü’minler, îmânın kazandırdığı engin görüş ufku sâyesinde hâdiseleri âhiret penceresinden seyrederler. Bu vesîleyle de her dâim bir artı-eksi, yâni fayda ve zarar hesâbı içinde olurlar. Bu yüzden onların îmân aşkı karşısında, dünyevî ezâ ve cefâların, gelip geçici çile ve ıztırapların, sözü edilecek kadar bile değeri yoktur.

Dipnot:

[1]. İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, III, 212-213; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, Beyrut 1986-1988, II, 14-15.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları