Zikrin Hakikati ve Kemali

DUALAR ve ZİKİRLER

Bütün ibadetler, Allâh’ı uyanık bir kalple zikredebilme ölçüsünde kıymet kazanır. Allah’tan gâfil bir kalple yapılan ibadetler ise zikrin feyzinden noksandır, huşû şartına riâyet edilmemiş demektir.

Zikir, ibadetlerin içinde bulunması gereken zarûrî şartlardan biridir. Bunu Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle ifâde buyurmuşlardır:

“Beytullâh’ı tavâf etmek, Safâ ve Merve arasında sa’y etmek ve şeytan taşlamak, Allâh’ın zikrini ikame etmek için emredilmiştir.” (Ebû Dâvûd, Menâsık, 50/1888)

“Kim Allah -celle celalûhu- Hazretleri’ne itaat eder, emir ve yasaklarına hakkıyla riâyet ederse, O’nu zikretmiş olur; velev ki (nâfile) namazları, oruçları ve Kur’ân tilâveti az bile olsa! Kim de Allâh’a karşı isyan hâlinde bulunursa (günahları terk etmezse), Cenâb-ı Hakk’ı zikretmemiş olur; velev ki (nâfile) namazları, oruçları ve Kur’ân okuması çok bile olsa!” (Heysemî, II, 258)

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ey îmân edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allâh’ın zikrinden alıkoymasın!..” (el-Münâfikûn, 9)

Allâh’ı hatırlamak, zihni ve kalbi O’na bağlayıp O’nu anmak, ibadetlerin makbûliyet şartlarından biridir. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:

(Rasûlüm!) Sana vahyedilen Kitâb’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allâh’ı zikretmek elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (el-Ankebût, 45)

ZİKİR İBADETLERİN CAN DAMARIDIR

İşte dînin direği sayılan namaz ibadetinin de “zikir” olarak ifâde buyrulması, zikrin, ibadetlerin âdeta can damarı mevkiinde olduğunu te’yid etmektedir. Öyle ki zikirsiz bir ibadet, Hak katında eksik ve kusurludur.

İbn-i Abbâs -radıyallahu anh- bu âyet-i kerîmedeki; “…Allâh’ı zikretmek elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür...” beyânını iki şekilde tefsîr etmiştir:

  • Allah Teâlâ’nın sizi zikretmesi, sizin O’nu zikretmenizden daha büyüktür.
  • Allâh’ı zikir, zikirsiz olan her ibadetten üstündür. (İhyâ, I, 847)

Velhâsıl ibadetten maksat, Allâh’ı hatırlamak, O’na tâzimde bulunmak ve kulluğumuzu arz etmek sûretiyle O’nu zikretmektir. Fakat bu hakîkati nefsânî ve şeytânî bir te’vil ile ifrata götürüp, ibadetleri hafife almak şeklinde telâkkî etmek de, son derece mahzurludur.

ZİKRİ İBADETLERDEN AYRI DÜŞÜNMEK SÖZ KONUSU OLAMAZ

Aşk ve cezbe hâlindeki zikri kendine kâfî zannederek sâir ibadetleri önemsememek; sırât-ı müstakîmden ayrılmaktır, nefsânî bir yola sapmaktır, ibadetlerin özünü anlamamaktır. Zira zikir, tıpkı duâ gibi ibadetin aslî husûsiyetlerinden biri olarak bütün ibadetlerin içinde vardır. Onu ibadetlerden ayrı düşünmek veya ibadetlerin yerine ikame etmek, söz konusu olamaz.

Nitekim Sami Efendi -kuddise sirruhul âli- Hazretleri, zikir hakkında şöyle derdi:

“Zikrin hakîkati ve kemâli, zikir ânında zikredilenden başka her şeyi unutabilmektir. Hak yolunun yolcusuna gereken de, en büyük gâye olan zikr-i hakîkîye ulaşmaktır.” [1]

Hakîm et-Tirmizî -rahmetullahi aleyh- der ki:

«Zikrullah kalbi diri tutar ve yumuşatır. Kalp, zikirden uzaklaşınca nefsin harâreti altında kalır, şehvet ateşleriyle kurur, katılaşır, diğer uzuvları ibadet edemez hâle getirir, kaskatı yapar. Eğer bu hâlinde devam ederse kuru bir ağaç gibi, taş gibi kesilip ateşte yanmaktan başka bir işe yaramaz. Bu duruma düşmekten Allâh’a sığınırız.»” [2]

Dipnotlar: [1] M. Sâmi Efendi, Musâhabe, VI, 95. [2] M. Sâmi Efendi, Hz. Yûsuf, s. 26.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından, Erkam Yayınları.