Yeni Hicrî Yılınız Mübarek Olsun

VİDEOLAR

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, Hicri yıldan ve zamanın ehemmiyetinden bahsediyor...

YENİ HİCRÎ YILINIZ MÜBAREK OLSUN

Teberrüken/bereket olarak, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek, pâk, rûh-i tayyibelerine, ehl-i beyt’in, ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kirâm hazarâtının rûh-i şerîflerine, dînimizin, vatanımızın, milletimizin, bütün İslâm dünyasının selâmetine, şerirlerin şerlerinden muhafazasına, bu niyaz, bu duâ ile bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs…

Muhterem Kardeşlerimiz!

Yeni hicrî yılımız mübârek olsun! Cenâb-ı Hak’tan bu mübârek seneyi, dînimize, vatanımıza, milletimize ve bütün İslâm âlemine, hayırlı, huzurlu, feyizli kılmasını niyâz ederiz. Rabbimiz cümlemize ömür takvimimizden düşen yaprakların hikmetinde derinleşerek yaşadığı her ânı en hayırlı amellerle ihyâ edebilmeyi ve sâlih kullardan olabilmeyi, cümlemize nasîb eylesin. Hâssaten bu mübârek yeni senemiz, Rabbimiz’in lûtfuyla mazlumların sessiz feryatlarına tesellî olur, imdâd eyler Rabbimiz lûtfuyla…

Ömür takvimimiz hızlı olarak devam ediyor. Her dünyaya gelen, bir takvimle geliyor. İnsan da öyle, hayvanat da öyle, nebâtat da öyle. Her gün takvimden bir yaprak kopuyor. Geçen sene aramızda olan bazı dost, akraba, âbilerimiz vardı, onlar bu sene yok.

Bir meçhullerin içinde hayatımız devam ediyor. Cenâb-ı Hak son nefesimizi, son ânımızı bildirmiyor. Her an hazırlıklı olabilmek…

Cenâb-ı Hak yine bu mübarek günler için, mübârek geceler için Cenâb-ı Hak:

وَالْفَجْرِ وَلَيَالٍ عَشْرٍ

(“Fecre ve on geceye andolsun.” [el-Fecr, 1-2]) buyuruyor.

Cenâb-ı Hak yine bir îkaz; bize her seherde bir îkaz hâlinde… Demek ki her seher, her fecirde uyandığımız zaman; “Yâ Rabbi!..” diyeceğiz, bir tefekkür içinde; “Bugün bize hayat defterinden bir sayfa daha açtın. Takvimden bir yaprak daha açtın. Acaba ben bu günü nasıl dolduracağım? Ne kadar kendime, ne kadar kendimin dışında Allah rızâsı için?..”

Bir muhâsebe hâlinde, hayatımızın, bu senelerin akışı, günlerin akışı, bizi bu idrâke sevk ediyor.

Cenâb-ı Hak “وَالْعَصْرِ” buyuruyor. “Zamana yemin olsun.” (el-Asr, 1) buyuruyor. Yine buyruluyor:

حَاسِبُوا اَنْفُسَكُمْ قَبْلَ اَنْ تُحَاسَبُوا

(Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekin.)

Muhasebeye girmeden evvel, hesap vermeye girmeden evvel, Münker-Nekir’le ilk başlayacak, devam edecek…

Demek ki hayatımızı, geçen günlerimizi hesap etmemiz… “Ne kadar Allah için, ne kadar nefsimiz için… Kirâmen Kâtibîn, neler yazıyor? Dosyamızda kıyâmet günü, «اِقْرَاْ كِتَابَكَ: Kitabını oku, bugün nefsin sana kâfi!..» (el-İsrâ, 14) denildiği zaman nelerle karşılaşacağız?..”

Yine buyruluyor:

مُوتُوا قَبْلَ اَنْ تَمُوتُوا

(“Ölmeden evvel ölünüz.”)

Nefsânî arzulardan, ölmeden evvel nasıl nefsânî arzulardan vazgeçilecek; zaten istesen de yok, zaten imkânlar da kalmayacak.

مُوتُوا قَبْلَ اَنْ تَمُوتُوا

(“Ölmeden evvel ölünüz.”)

Ölmeden evvel bu nefsî arzulardan vazgeçin, onları bertaraf edin, buyruluyor.

Velhâsıl hayat ırmağı çok hızlı olarak akıyor. İşte bir sene bitti, bir seneye daha girdik.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; “…Benim ümmetimin başı da hayırdır, sonu da hayırdır…” (Bkz. Tirmizî, Edeb, 81)

Cenâb-ı Hak -inşâallah- bize hayırlı ümmetten olmamızı, Cenâb-ı Hak ihsân eyler.

Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor âyet-i kerîmede:

“Siz, insanlar arasından çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz…” (Âl-i İmrân, 110) buyuruyor.

Bu, ümmet-i Muhammed’e âit, Cenâb-ı Hakk’ın büyük bir lûtfu.

Demek ki Cenâb-ı Hak bizden hayırlı ümmet olmamızı, aziz ümmet olmamızı arzu ediyor. Nasıl Efendimiz “رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ” (Âlemlere Rahmet), O’nun ümmeti de rahmet taşıracak hâliyle, kāliyle. Ve o hâlle; “…Mârufu emreder, münkerden nehyedersiniz…” (Âl-i İmrân, 110) buyruluyor.

Böyle bir hayırlı ümmet, bereketli ümmet, aziz ümmet olmamızı Cenâb-ı Hak arzu ediyor.

Tabi bu neye karşılık? Verdiği büyük nîmetlere karşılık.

En büyük nîmet; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ümmet olabilmek. Biz bunu kendimiz seçmedik. 124 bin peygamber arasından biz kendimiz tercihte bulunmadık. Cenâb-ı Hakk’ı bize çok büyük bir lûtfu.

Tabi bunun da bir bedeli var, Efendimiz’e bir ümmet olabilmenin. Bir müslüman, devrin akışından mes’ûl. Bütün mahlûkat, insan, hayvan, bütün mahlûkat kendisine zimmetli. Bir İslâm karakteri, bir İslâm şahsiyeti tevzî edecek ve bir “hayırlı ümmet” olacak. Mârufu emredecek, kendisini ikmâl edecek, gönül yapısını, mesâfeler katedecek, Cenâb-ı Hakk’a yakın bir gönül, mârifetullahtan bir nasip alacak, “hayırlı ümmet” olacak.

Dünyada bir imtihan dershanesindeyiz. Toprağın sinesine tevdî edilmek ise -hepimizin istikbâli- imtihanın sona erdiğinin en bâriz göstergesi… Bu ten plânından çıkacağız, rûhânî plân devam edecek.

İki husûsiyetimiz var:

Bir; bedenimiz, türâbî yapı.

Topraktan geldik, toprakla gıdalanıyoruz, yine toprakta fânî olacağız. Ruh çıkacak, bedenin vazifesi bitmiş olacak. Beden geldiği yere, yine toprağa dönecek. Yine bizden sonra gelen nesillere, kıyamete kadar o toprak vazifesine devam edecek.

İkinci olarak; rûhânî vasfımız…

Onu da Cenâb-ı Hak:

وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي

buyuruyor. Kendinden bize bir kâbiliyet veriyor, istîdat veriyor:

“…Rûhumdan üfürdüğüm zaman…” (el-Hicr, 29; Sâd, 72) buyuruyor.

“Benî Âdem’i mükerrem kıldık...” (el-İsrâ, 70) buyuruyor.

Kul, mükerrem olacak, Dâru’s-Selâm/Cennet davetiyesi, muhteşem olan Cennet’e, mükerrem bir yürekle, bir kalb-i selîm ile davet ediliyor.

Cenâb-ı Hak 80 küsur yerde Kur’ân-ı Kerîm’de “Ey îmân edenler!” buyuruyor. “يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا” En mühimi bunlardan;

يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

“Ey îmân edenler! Allâh’ın azametine (Allâh’ın sonsuz gücüne, kudretine, ona) yaraşır şekilde takvâ sahibi olun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyruluyor. “Ölmeyin” buyurmuyor, “وَلَا تَمُوتُنَّ: sakın ha ölmeyin!” buyuruyor Cenâb-ı Hak. “Sakın ha ölmeyin!..”

اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

“…Ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyruluyor.

Çünkü bir sefere mahsus, tekrarı mümkün değil. Tekrarını isteyenler var öbür tarafta. Yine Fâtır Sûresi’nde, tekrarını isteyenleri Cenâb-ı Hak bildiriyor, Cehennem’dekiler:

“…Yâ Rabbi, bizi buradan çıkar, biz o kötü amelleri iyi amellere tebdil edelim. (Sana güzel bir kul olalım)...” (Fâtır, 37)

Cenâb-ı Hak da onlara iki şey soruyor:

“…Biz size dünyadayken düşünecek kadar bir zaman vermedik mi?..” (Fâtır, 37)

Her şeyi düşünüyoruz dünyada. Yani niye geldik, kim gönderdi, kimin mülkünde yaşıyoruz, yolculuğumuz nereye?..

“…Dünyada düşünecek kadar bir zaman vermedik mi?..” (Fâtır, 37)

Cenâb-ı Hakk’ın ikinci sorusu da:

“…İrşâd edici bir peygamber gelmedi mi?..” (Fâtır, 37)

“Evet yâ Rabbi diyorlar, düşünecek kadar bir zaman, bir ömür de verdin bize, bir peygamber de geldi.”

Cenâb-ı Hak:

“…O hâlde azâbı tadın!” (Fâtır, 37) buyuruyor.

Velhâsıl bir sefere mahsus bir imtihan içindeyiz. Tekrarı da yok. Cenâb-ı Hak bizden takvâ hayatı istiyor. “…Ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor.

Yine Rabbimiz bize îkaz hâlinde, hep îkaz Kur’ân-ı Kerîm… “Efendim, benim îmânım var…” Cenâb-ı Hak onu kabul etmiyor. Ankebut Sûresi’nin ikinci âyetinde:

“İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece «îmân ettik» demekle kurtulacaklarını mı zannediyorlar?” buyruluyor.

Yani Cenâb-ı Hak hayatın her safhasında bir İslâm istiyor bizden. Aldığımız nefeslerde istiyor Cenâb-ı Hak. “…Onlar ayaktayken, otururken, yanları üzerindeyken Allâh’ı zikrederler...” (Âl-i İmrân, 191) buyuruyor.

Zikrin neticesinde:

“…Göklerin ve yerin yaratılışını derinden derine tefekkür ederler...” (Âl-i İmrân, 191)

İdrak açılıyor.

“Yâ Rabbi Sen Sübhan’sın (derler). Boşuna yaratmadın (derler). Bizi Cehennem azâbından koru derler.” (Bkz. Âl-i İmrân, 191)

Yani gönül/kalp, bu hâle gelecek. Merhaleler katedecek. Allah’tan uzaklaştıran her şeyi kendisinden bertaraf edecek.

Yine Rabbimiz buyuruyor:

“Ey îmân edenler!” Yine, 80 küsur yerde geliyor.

“Eğer siz Allâh’ın dînine yardım ederseniz…” (Muhammed, 7)

Nasıl kul Allâh’ın dînini yaşayacak, gönül âlemi rûhâniyetle dolacak, feyzle dolacak ve bu gönül âlemini tevzî edecek. Yürek bir dergâh hâline gelecek. “Siz eğer Allâh’ın dînine, Allâh’a yardım ederseniz (buyruluyor) Allah da size yardım eder (mukâbil) ve ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyruluyor.

Demek ki dâimâ ayaklarımızın kayması muhtemel. Cenâb-ı Hak, ayakları kayanları bildiriyor. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm’de, Mûsâ -aleyhisselâm-’ın yakını var, Tevrat’ı en iyi tefsir eden Kârun var. Çok sâlih bir zâttı. Tevrat’ı en güzel tefsir edenlerden biriydi. Bir mal muhabbeti girdi, hâli değişti, nefsânî hayatına meyletti. “Ben kazandım, ben ettim…” dedi. Mûsâ -aleyhisselâm-’a tavırlar koymaya başladı. İftirâya kadar gitti. Cenâb-ı Hak “ben kazandım, ben, ben ben dediği, benim malım” dediği servetiyle beraber yerin dibine gömdü.