"...Ve Hüve Meaküm Eyne Ma Kuntum..." Ne Demek?

Ayetler ve Sureler

Hadid suresi 4. ayette geçen "...Ve hüve me'aküm eyne ma kuntum..." ne demek? Hadid suresi 4. ayetin tefsiri...

Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmelerde şöyle buyuruyor:

“Doğu da Allâh’ındır Batı da. Nereye dönerseniz Allâh’ın vechi (yüzü, Zât’ı) oradadır…” (el-Bakara, 115)

"...VE HÜVE MEAKÜM EYNE MA KUNTUM..." NE DEMEK?

Hadis suresi suresi 4. ayetinde geçen "...Ve hüve me'aküm eyne ma kuntum..." Arapçası ve anlamı.

Anlamı: “…Nerede olursanız olun, O dâimâ sizinle beraberdir.…” (el-Hadîd, 4)

HADİD SURESİ 4-6. AYETLERİN TEFSİRİ

4. Ayet: "Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da arşa istivâ eden O’dur. O yere gireni de, ondan çıkanı da, gökten ineni de, göğe yükseleni de bilir. Nerede olursanız olun, O dâimâ sizinle beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkiyle görmektedir."

5. Ayet: "Göklerin ve yerin mutlak mülkiyeti ve hâkimiyeti O’na aittir. Bütün işler Allah’a döndürülür; her konuda nihâî kararı O verir."

6. Ayet: "O geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar. O, göğüslerde saklanan bütün gizlilikleri bilir."

TEFSİRİ

Bunlar:

  Yüce Allah’ın gökleri ve yeri altı günde yaratması ve arşa istivâ etmesi. (bk. A‘râf  7/54);

  Yağmur ve ölüler gibi yeryüzüne giren, bitki ve madenler gibi oradan çıkan; rahmet, azap, melekler gibi gökten inen ve ameller, dualar, melekler, buharlar gibi oraya yükselen her şeyi bilmesi (bk. Sebe 34/2) tarzındaki kudret ve azamet tecellileridir.

  Sonsuz yücelik sahibi olan Rabbimiz, aynı zamanda, nerede olursa olsunlar kullarıyla beraberdir. İlim ve kudretiyle onların yanındadır. Her bir nefsin nerede olduğunu ve ne yaptığını bilir. İnsanlar sonunda Allah’ın huzuruna döndürülüp O’na hesap vereceklerdir.

Cenâb-ı Hakk’ın bahsedilen bu muazzam sıfatlarının mânalarını anlayıp kalbimize sindirmenin muşahhas bir örneği olarak koyun güden bir çobanın şu hâli çok ibretlidir:

Abdullâh b. Ömer (r.a.), arkadaşlarıyla birlikte Medine civârında bir yere çıkmıştı. Onun için bir sofra kurdular. Bu sırada yanlarına bir koyun çobanı uğradı ve selâm verdi. İbn Ömer:

“–Gel ey çoban, sofraya buyur” dedi. Çoban:

“–Ben oruçluyum” cevâbını verdi. İbn Ömer:

“–Bu şiddetli ve boğucu sıcakta oruç mu tutuyorsun, bir de bu hâlde koyun güdüyorsun?” dedi. Daha sonra çobanın verâ ve takvâ duygusunu denemek için:

“–Şu süründen bize bir koyun satsan, parasını sana ödesek, etinden de iftar edeceğin kadarını sana versek olmaz mı?” teklîfinde bulundu. Çoban:

“–Benim sürüm yok, bu koyunlar efendimindir” cevâbını verdi. İbn Ömer (r.a.):

“–Kayboldu, dersin, efendin nereden bilecek ki?” dedi. Çoban ondan yüzünü çevirdi ve parmağını göğe kaldırarak:

“–Allah nerede?” dedi.

İbn Ömer (r.a.), çobanın bu ihsân ve murâkabe hâlinden çok duygulandı. Bu düşünceler içinde çobanın sözünü kendi kendine tekrar ederek; “Çoban dedi ki: Allah nerede? Çoban dedi ki: Allah nerede?” deyip durdu.

Medine’ye geldiğinde, çobanın efendisine bir elçi göndererek sürüyü ve çobanı satın aldı. Çobanı âzâd ettikten sonra sürüyü de kendisine bağışladı. (İbn Esîr, Üsdü’l-Gâbe, III, 341)

Öyle ya, gece ve gündüz üzerinde tasarruf eden, birini diğerine katıp kısaltan ve uzatan Allah olduğundan dolayı (bk. Âl-i İmrân 3/27), insanları gece ve gündüz yaptıkları işleri de görür ve bilir. Hatta yarattıklarının sadece görünen şeylerini değil, içlerinden geçen düşünceleri de bilir. Öyle ise ilmi ve kudreti her şeyi en ince noktalarına kadar kuşatmış bulunan Allah Teâlâ’ya iman ve O’nun emrine teslim olmak gerekir. (Prof. Dr. Ömer Çelik Tefsiri)

HADİD SURESİ 4. AYETİ HİÇ UNUTMA!

“…Nerede olursanız olun, O dâimâ sizinle beraberdir.…” (el-Hadîd, 4)

Cenâb-ı Hak; zamandan ve mekândan münezzeh, her zaman ve mekânda hâzır ve nâzır.

Allah Teâlâ -sonsuz kudretiyle- yarattığı bütün varlıkların her an yanıbaşındadır, onlara kendilerinden daha yakındır. Cenâb-ı Hakk’ın irâde ve yaratması olmasa, o varlıklar ne var olmaya ne de varlıklarını sürdürmeye güç yetirebilirler. Zira bütün kuvvet ve kudretin mutlak sahibi, yalnızca Cenâb-ı Hak’tır.

Müteâl, yani idrâk ötesi mükemmel olan Rabbimiz, kullarını her an görür, duyar, her hâllerine vâkıf olur. İşte bu şuur ve idrâk içinde Cenâb-ı Hak’la kalben beraber olan Hak dostlarına, şu fânî âlemde gördükleri her şey, ilâhî kudret ve azamet tecellîlerini hatırlatır. Ârif bir kul, nereye baksa Cenâb-ı Hakk’ı hatırlar. “Onlar ayaktayken, otururken, yanları üzerine yatarken (her an) Allâh’ı zikrederler…” (Âl-i İmrân, 191) âyet-i kerîmesinden hisse alır. Rabbinin kulunu bir an bile unutmadığını düşünerek gafletten sakınır.

İşte bizleri yaratan, maddî-mânevî nîmetleriyle perverde kılan, takdîr ettiği kadar yaşatan ve sonunda yine kendisine döndüren Rabbimiz hakkında böyle bir kalbî teyakkuz üzere olmak, dâimî zikir hâline kavuşmak demektir. Yani geçici bir müddet veya bir dönem değil; bir ömür boyu, her nefeste Allah ile beraberlik şuurunu kalbe nakşetmektir.

Bir hadîs-i şerîfte:

“Îmânın en üstün mertebesi, nerede olursan ol, Allâh’ın seninle beraber olduğunu bilmendir.” buyrulmuştur. (Heysemî, I, 60)

Mânevî uyanıklık, firâset ve basîret ile hikmet ve hakîkatlere vukûfiyet de ancak kalbin Allah ile beraberliği nisbetinde hâsıl olur.

Şu hâdise, bu hakîkati ne güzel îzah etmektedir:

Rivâyete göre Îsâ -aleyhisselâm-, teninde alacalar bulunan ve hastalıktan iki şakağı da çökmüş bir şahsa rastladı. O şahıs, üzerindeki hastalıklardan âdeta habersiz bir hâlde kendi kendine:

“–Yâ Rabbi! Sana sonsuz hamd ü senâlar olsun ki, insanların pek çoğunu müptelâ kıldığın dertten beni halâs eyledin!..” diyordu.

Îsâ -aleyhisselâm-, muhâtabının idrâk seviyesini ve mânevî derecesini anlamak arzusuyla ona:

“–Ey kişi! Allâh’ın seni halâs eylediği hangi dert var ki?!” diye sordu.

Hasta şöyle cevap verdi:

“–Ey Rûhullâh! En fecî hastalık ve belâ, kalbin Allah’tan gâfil ve mahrum olmasıdır. Şükürler olsun ki ben, Cenâb-ı Hak ile beraber olmanın zevk, lezzet ve füyûzâtı içindeyim. Sanki vücudumdaki hastalıklardan haberim bile yok…”

Kaynak: Tefsir (Prof. Dr. Ömer Çelik Tefsiri), Makale (Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2021 – Ocak, Sayı: 419)