Unutulan Hakikat

Ahirete İman

Bütün fânî nîmetler bir kişinin olsa ve o, zevk u safâ üzere bin yıl yaşasa ne fayda! Sonunda gideceği yer, bu kara toprağın dar bir çukuru değil midir?

Lokman -aleyhisselâm- buyurur:

“Yavrucuğum! (Hakk’ın) vaad ettiği şeyler, size doğru hızla geliyor. Sizler de âhirete doğru koşarak gidiyorsunuz. Dünya sizden ayrılmak için arkasını dönmüş gidiyor, âhiret ise size doğru (koşarak) geliyor. Şüphesiz ki kendisine doğru gittiğiniz (sonsuzluk) diyârı, içinden çıkıp ayrıldığınız (fânîlik) diyârından size daha yakındır.”[1]

[İnsanoğlunun hayat mâcerâsı, başlı başına bir ibret sahnesidir:

İnsan, dünyaya hiçbir şeyi olmadan gelir. Dünyaya âit hiçbir şeyi de yanında götüremez. Rabbimiz, biz kullarını, fânî dünyanın yaldızlı câzibeleriyle imtihan eder. Mânevî terbiyeden geçmemiş ham bir insan, bu apaçık gerçeği bilse bile, dünya muhabbetiyle hırsa kapılır. Bir gün vedâ edeceği şeyler için, ilâhî hu­dutları çiğner. Sonsuzluk diyârı olan âhiretini mahvetmek pahasına, fânîlik diyârı olan dünyasını îmâr etmekle uğraşır durur.

Hâlbuki bütün fânî nîmetler bir kişinin olsa ve o, zevk u safâ üzere bin yıl yaşasa ne fayda! Sonunda gideceği yer, bu kara toprağın dar bir çukuru değil midir?

DÜNYA VEFÂSIZDIR

Dünya vefâsızdır; verdiği her şeyi bir gün mutlakâ geri alır. Kula ise yalnızca hesâbı ve azâbı kalır. Bu itibarla, âhiretten habersiz yaşanan bir dünya hayatı, saâdet ve saltanat içinde geçmiş olsa bile, hakî­katte bir ebediyet iflâsından başka nedir ki?!

Asıl saâdet, bu fânî cihanda Cenâb-ı Hakkʼın rızâsını, muhabbetini ve dostluğunu kazanarak ebedî hayata selîm bir kalp ile intikal edebilmektir. Gerçek akıllı kimse de, ölümü hatırından çıkarmayan ve âhirette gitmek istediği yere göre, bugünden hazırlık yapan kimsedir. Zira Cenâb-ı Hak:

“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Haşr, 18) buyurmaktadır.

ALLAH TEÂLÂ'NIN YEMİN ETTİĞİ ÂN

Diğer taraftan Hak Teâlâ; “fecre andolsun” buyurarak bütün mahlû­kâ­tın yeni bir güne uyandığı o büyük âna yemin ediyor. Demek ki Rabbimiz, o ânın hikmetlerine dikkat kesilip onun tefekküründe derinleşmemizi istiyor. Biz de her fecir vakti, şöyle bir tefekkür iklîmine girmeliyiz:

Cenâb-ı Hak bana ömür takviminden yeni bir sayfa açtı. Hâlbuki bu yeni fırsatı nicelerine vermedi. Dün hayatta olan pek çok insan, bugün hayatta değil. Bu yeni gün, beni dünyadan bir gün daha uzaklaştırdı, âhirete ise bir gün daha yaklaştırdı. Aldığım her nefes, beni son nefese yaklaştırıyor. O hâlde bugünümü nasıl değerlendirmeli, bugünkü sayfamı nelerle doldurmalıyım? Zira Kirâmen Kâtibîn meleklerinin kaydını tuttuğu günlüğüm, ilâhî mahkemenin dosyası olarak kıyâmete havâle edilecek…

Bu itibarla, gerçek hayatın âhiret olduğunu ve bu fânî dünyaya âhireti kazanmak için gönderildiğimi aslâ unutmamalıyım. Bugünümü, son günüm olabileceği şuuruyla yaşamalı, her nefesi son nefes bilmeliyim.

“Yarın yaparım diyenler helâk oldu.” buyruluyor. Yarın sağ mıyım, değil miyim, meçhul!

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de;

“Namazını, (dünyaya) vedâ eden bir kimsenin namazı gibi kıl!..” buyuruyor.[2] O hâlde bugün namazlarımı, bu hâlet-i rûhiye içinde, huşû ile kılmalı, maddî-mânevî borçlarımı ödemeli, üzerimde hakkı bulunanlarla helâlleşmeli, kimseyi incitmeyip kimseden incinmemeli, etrafıma dâimâ rahmet tevzî etmeliyim.

Velhâsıl dünyaya vedâ eden bir kimse gibi, hassas ve rakik bir gönle sahip olmalıyım…]

[1] Bkz. Beyhakî, ez-Zühdü’l-Kebîr, s. 201, no: 501.

[2] İbn-i Mâce, Zühd, 15.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları, 2013