Ulu Türkistan’ın İzinde
Ulu Türkistan bize ne anlatıyor? Bu toprakların sesi hâlâ kulağımızda çınlıyor mu?
“Türkistan” denildiği zaman ne biliyorsunuz? Eğer “Türkistan pilavı” bilirim, diyor “başka bir şey bilmiyorum” diyorsanız, koca bir deniz, bir fincanın içine sığmış demektir. Arapçası “Bilādid Türk”, Farsçası “Türkistan” olan bu coğrafya, Türkiye’nin 10 katı büyüklüğünde, 6 milyon kilometrekareden büyük bir coğrafyadır. “Ulu Türkistan” denilen bereketli coğrafyadan havuçlu ve kimyonlu pilav mı kaldı? 6 milyon kilometrekarede yaşanan Allah sevgisi, Rasûlullah sevgisi, Allah için direnmek, Allah için hicret etmek hepsi unutuldu da kala kala at eti, kımız, çekik gözler ve pilav mı kaldı?
TÜRKİSTAN’I BİLİYOR MUSUNUZ?
İstanbul’da yapılan röportajlarda “sabah namazı kaç rekat” sorusuna bile cevap veremeyen kardeşlerimiz var. Onlara nasıl Türkistan’ı sorayım? Nasıl Pir-i Türkistan’dan bahsedeyim? Türkistan denildiği zaman her şey altı isli pilav kazanına ve İpek Yolu’na nasıl indirgendi?
Anadolu, Türkistan’dır. Anadolu, Türkistan’dan mayalanmıştır. Teyzemin çocukları çekik gözlüydü. Çocukluk işte, onlara “Japon” derdik. Kemal Sunal’ın “Japon İşi” filminin etkisi miydi acaba? Kazak desene, Kırgız desene, neden Japon diyorsun ey Adem! Gerçekten çocukluk etmişsin. Ülkemiz insanlarını ekranlarda veya çarşıda pazarda gördüğüm zaman, hem davranış hem biyolojik özellikler olarak “Bu Kazaklara, bu Kırgızlara, bu Özbeklere, bu Taciklere, bu Türkmenlere, bu Dungan’lara benziyor” diyorum.
Altın, gümüş, taş ve beton arkeolojisi ile meşgul olanlar var. Bir de sözcükleri kazıyarak çıkarmak ve köklerine inmek var. Ninemden duyduğum “gadanı alayım” (dert ortağın olayım) dedemden duyduğum “dellek” (berber, sünnetçi) sözünün anlamlarını Azerbaycan'da öğrendim. Annemden duyduğum kepçe anlamına gelen “çömçe”ye Kırgızlar “çömüç”, Kazaklar “şömiş”, Özbekler “sovik”, Azeriler de annem gibi “çömçe” diyor. Kazaklar, büyükbaş hayvanlara “Kara Mal” der. “Kara Söz” ise derin anlam ifade eden atasözü ve hikmetli cümlelerdir. Büyük anlamına gelen “kara” sözcüğünün Karaisalı, Karahisar, Karaburç, Karaköy gibi onlarca kullanımını görürüz. “Kara” sözcüğünün hem büyük, hem de yön anlamı vardır. Akdeniz ve Karadeniz dediğimiz zaman aklımıza hep renk geliyor, değil mi? Tarihimizde Hun devleti, Ak Hun’lar (güney) ve Kara Hun’lar (kuzey) diye ikiye bölündü. “Kara” sözü kuzey, “ak” sözü de güney anlamına gelir. Malazgirt'ten giren kutlu kervan kuzeyde gördükleri denize “Karadeniz”, güneyde gördüklerine ise “Akdeniz” diye isim verdi.
Rüzgarın rengi olmaz, değil mi? “Karayel” diyoruz. Kuzeybatıdan esen rüzgar olduğu için “kara”, Karadeniz gibi kuzey yönünü ifade eder. Toprağı kazarak patates, soğan, havuç, zencefil, pancar çıkarılması gibi bazı kelimelerin de anlamı için kazı yapılmalıdır. Yoksa, koca Türkistan coğrafyasına bigane kaldığımız gibi isimlerin anlamını da bilmez hale gelerek hayatı okumada eksik kalırız.
“Dünyamın sınırları kelimeler kadardır. Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” Muhammed (sav) ismi övgüye, hürmete değer, saygın anlamına gelir. “Sâdık Dânâ” ise doğru alim, doğru bilge anlamındadır. Sevdiklerinin isminin anlamını bilmemek ayıptır. Mecnun, Leyla'nın adının gece (leyl) sözünden türediğini bilmelidir. “Sevmiyorum, sevmekle işim yok” diyorsan, beton gibi yaşamaya devam o zaman.
Ulu Türkistan demişler. Leyla'dan Mevla'ya geçenlerin diyarıdır bu mübarek coğrafya. “Bir ulu davadır, alma başa sevdayı…” diyenler de var, “Ya Rab, belayı aşk ile kıl aşina beni/Bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni” diyenler de... Türkistan'ı “ulu” yapan dağı, taşı değil, aşk ve muhabbet madeni olmasıdır.
Bir zamanlar “Ulu Türkistan coğrafyasının toprağı mübarektir, abdestsiz basılmamalıdır” şeklinde bir tavsiye okuduğum zaman, mezun olduğum okulun etkisiyle içimden “yok ya, abartmayın” demiştim. Geç de olsa yine çocukluk ettiğimi fark ettim. Ya fark etmeseydim? Hayat, çocukluk ede ede, sevdiklerine yenile yenile bitiyor.
Bir Afrika atasözü “aslanlar kendi tarihlerini yazmadığı sürece, avcı hikayeleri her zaman avcıyı yüceltecektir" der. Maalesef, Ulu Türkistan'da aslanların tarihi bizimkiler tarafından yazılmadı. Zannediyoruz ki bu Ulu Türkistan coğrafyasının erkek ve dişi aslanları, avcıların anlattığı gibi. Ya da hiç anlatmadılar ki aslanlar bilinmesin. Ben, “aslanlar bilinmesin” diye hiç anlatılmadığını, aslanların gizlendiğini düşünüyorum. Ulu Türkistan'ın 1917 ve 1941 yılları arasındaki direnişini anlatan Sovyet tarihçisi “Shoshana Keller” tarafından kaleme alınan “Mekke'ye değil Moskova'ya” isimli kitabın 331. sayfasında o dönemin aslanlarının direnişi şu sözlerle betimlenir: “…dilenci kılığında ev ev gezip İslam'ı anlatan gruplar da vardı…”
Resmi belgelere göre 1921-1953 yılları arasında SSCB topraklarında 799.455 infaz yapılmış. Sürgünde ve çalışma kamplarında ölenler buna dahil değil. Wikipedia’ya göre çalışma kamplarında 18 milyondan fazla insan tutuklu kalmış. Camilerin kapatıldığı o dönemde Allah'ın kullarına İslam'ı anlatmak için dilenci kılığında sokak sokak, mahalle mahalle gezmişler. Okçular tepesini terk etmemek, bazen böyle dilenmekle olur. Polisler, hedefe ulaşmak için simit de satar, pazarda esnaf da olur. İslam'ı anlatmak için, dilenci olmadığın halde, dilenci kıyafetiyle elinde bir çuval ile İslam'ı anlatmaya çalışmak, imanı, ihsanı, ahlakı, muhabbeti ulu insanların işidir.
Dilenci kıyafeti giyerek, faş olmamak için el açarak kapı kapı gezmek kolay değil. Ulu Türkistan topraklarında işte bu insanlar yatıyor. Sevgisi de nefreti de hizmeti de Allah için ulu olmuş ve mahfi kalmış. Gerçekten de bu insanların mirasına saygılı olmak, gerçekten de toprağına abdestli basmak gerekirmiş. Onlar, dilenciliği, dilenci kıyafetlerini ahiret kazancına çevirmişler. Dilenci olmayı tarihte belki de ilk defa sevimli hale getirmişler. “El dilenci torbasında, gönül yarda” diye bir söz olmalı bunca zaman “el karda gönül yarda” sözünün kullanılması gibi. Günümüzde dolaplar, çekmeceler, tesbih, takke, başörtüsü, ferace dolu. Nimetleri sayamadığımız gibi dini kitapları, dergileri, dosyaları, kursları, öğrencileri, mezunları sayamıyoruz. Hakkını verebiliyor muyuz? Bundan emin değilim işte.. El, elimizde ama gönül kayıplarda.
Kaynak: Adem Şahin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 473