Uhud Dağı Kadar Altın Olsa, Bu Beni Sevindirmez!

Nübüvveti

Peygamber (s.a.v.) Efendimizin yüksek hâl ve davranışları, bir nevî yıldızlardaki ölçülerdir.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, sadece zât-ı âlîlerine mahsus bir husûsiyet olmak üzere, dünyalık nâmına bir şey saklamaz, elinde ne varsa onu Allah yolunda harcardı. Sahâbeden Ebû Zer -radıyallâhu anh- nakleder:

Hazret-i Peygamber’le Medîne kenarında bir taşlık arâzîde yürüyorduk. Karşımıza Uhud Dağı çıktı. Allah Rasûlü bana:

“–Yâ Ebâ Zer!” dedi. Ben de:

“–Buyur yâ Rasûlallâh!” dedim. Buyurdu ki:

“–Yanımda şu Uhud Dağı kadar altın olsa, bu beni sevindirmez. Bir borcu ödemek için ayırdığım hâriç, yanımda bir dinar bulunduğu hâlde üç gün geçmesini istemem.” (Müslim, Zekât, 32; Buhârî, İstikrâz, 3)

Bâzı zamanlarda savm-ı visâl tutar; iki gün, bazen üç gün arka arkaya, hiçbir şey yemez içmezlerdi. Ashâb-ı kirâmdan bir kısmı da aynı şeyi yapmak isteyince:

“Siz buna tâkat getiremezsiniz.” buyurarak onları bundan men ederlerdi. (Buhârî, Savm, 48)

Dolayısıyla şu husûsu ifâde etmeliyiz ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bizlere yegâne rehber ve örnek olduğunu bilmek kadar, O’nu örnek alıştaki ölçümüzü bilmek de son derece mühim ve zarûrîdir. Zira O’nun fiil ve davranışları:

1. Sadece kendisine mahsus olanlar,

2. Herkese şâmil olanlar, şeklinde iki kategori teşkil eder.

YILDIZLARDAKİ ÖLÇÜLER

Bu itibarla bizler, sadece O’nun şahsına münhasır olan ulvî fazîletlerde O’nu örnek almakla mükellef değiliz. Zaten böylesi yüksek hâl ve davranışlar, bir nevî yıldızlardaki ölçülerdir ve bu tip davranışlar sergilemeye tâkat getiremeyiz. Ancak ikinci kısma giren hâl, davranış ve sözlerde ise, istîdat ve gücümüz nisbetinde bir ömür O’nu taklit ve tâkip edip O’nun nurlu izinde yürümekten mes’ûl ve mükellefiz.

Hiç kimse beşerî kemâlâtta Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in seviyesine eremez ise de, kâbiliyeti ve gücü nisbetinde O’nun izinde yürüyen herkes, kendi âleminde bir küçük “Muhammed” olabilir. Nitekim milletimizin, vatan müdâfaasında bulunan kahraman askerine “Mehmetçik” adını vermesi de, bu ince düşünceden mülhemdir.

Unutmayalım ki, zekât ibâdetinin ölçüsü maddî olduğu için ne kadar bir infakla onun mes’ûliyetini yerine getirebileceğimizi bilebiliriz. Lâkin Cenâb-ı Hakk’ın bizlere ihsân ettiği diğer imkân ve kâbiliyetlerin mes’ûliyet ölçüsünü tam olarak bilmemiz mümkün değildir. Bu sebeple son nefesimize kadar tâkatimiz nisbetinde bir kulluk hayatı yaşamaya mecbûruz.

Bu hususta da kendi hâlimizi mizan etmek için en sağlam ölçü, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mânevî terbiyesiyle yetişen Ensar ve Muhâcirlerdir. Onlar, üzerlerindeki nîmetlerin bedelini ödeyebilmek için, o zamanın şartlarında Çin’e, Semerkant’a kadar yolculuk etmişler, îman vecdiyle yaptıkları hizmet ve gayretlerinde hiçbir zaman yorgunluk ve bezginlik göstermemişlerdir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Emsalsiz Örnek Şahsiyet, Erkam Yayınları