Toplumsal Görevlerimiz Nelerdir?

HAYATIMIZ

Toplumsal görevlerimiz nelerdir? Müslümanın Müslüman üzerindeki hakları nelerdir? İnsan ilişkilerinde sosyalleşmenin önemi.

İslâm’da toplumun irşâdı, maddî ve mânevî ihtiyaçlarının görülmesi hususu çok büyük ehemmiyet arz eder. Tebliğ, emr-i bi’l-mârûf ve nehy-i ani’l-münker vazifeleri farz-ı kifâyedir. Terki hâlinde bütün toplum mes’ûl ve muazzeb olur.

TOPLUMSAL GÖREVLERİMİZ

Bir mü’minin, köşesine çekilip sadece ferdî ibadetler ve şahsî tekâmülüyle meşgul olması, ebedî saâdet ve selâmeti için makbul ve yeterli değildir. Zira müʼmin, kendi kurtuluşunun, başkalarının da kurtuluşuna hizmet etmekten geçtiğini bilen, diğergâm insandır. Bu sebeple münzevî bir hayat yaşamak değil, halk içinde Hak ile beraber olmak makbul görülmüştür.

Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“...Cemaat hâlinde olmanızı ve ayrılığa düşüp dağılmaktan şiddetle kaçınmanızı isterim. Zira şeytan, yalnız başına yaşayan kimselerle beraberdir. İki kişi de olsa, beraber yaşayanlardan ise uzaktır. Cennetʼin ortasında bulunmak isteyen kimse, cemaate devam etsin...” (Tirmizî, Fiten, 7/2165)

Özü itibârıyla ferdî bir ibadet olan “namaz”ın beş vakit farz olan kısmının, cemaatle kılınmasının müekked bir sünnet olması da İslâm’ın içtimâîleşmeye verdiği ehemmiyetin bir başka tezâhürüdür.

Nitekim Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’in namazı cemaatle kılmaya dâir sayısız teşvikleri olduğu gibi, mâzeretsiz şekilde cemaatten ayrı kalanlara dâir de pek çok îkâzı bulunmaktadır.

Şu hâdise ne kadar ibretlidir:

Âmâ sahâbî Abdullah ibn-i Ümmi Mektûm radıyallâhu anh:

“–Yâ Rasûlâllah! Medîne’nin zehirli haşereleri ve yırtıcı hayvanları çoktur. (Ben bu hayvanların zarar vermesinden korkarım, benim cemaate çıkmayıp evde namaz kılmama izin var mı?)” diye sordu.

Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:

“–Hayye ale’s-salâh ve hayye ale’l-felâh’ı işitiyor musun? Öyleyse durma mescide gel.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 46/553)

Hac ve umre ibadetleri de dünya çapında bir içtimâîleşme imkânı oluşturmakta, bir nevi İslâm ümmetinin senelik kongresini meydana getirmektedir. Yine İslâm’ın içtimâîleşmeye verdiği ehemmiyetin bir ifadesi sadedinde, hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır:

“Mü’min, başkalarıyla ülfet eder (hoş geçinir) ve kendisiyle ülfet edilir. Kimseyle ülfet etmeyen ve kendisiyle de ülfet edilmeyen kişide hayır yoktur.” (Ahmed, II, 400; V, 335; Hâkim, I, 73/59)

İNSANLARIN EN HAYIRLISI

İslâm, Müslümandan, kendisine faydalı olduğu gibi çevresine de faydalı olmasını ister. Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” (Beyhakî, Şuab, VI, 117; İbn-i Hacer, Metâlib, I, 264)

Medenî olmak; içtimâî hayatta, kişinin kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına da yapmamasıdır. Yahut kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalarına da öyle davranmasıdır. Nitekim hadîs-i şerîfte:

“Kendi nefsi için arzu ettiği bir şeyi, din kardeşi için de arzu etmeyen kimse, gerçek mü’min olamaz.” buyrulmuştur. (Buhârî, Îmân, 7)

İslâm’ın mü’minden istediği ahlâk, âdab, zarâfet, nezâket ve incelik hasletleri, içtimâî hayata mükemmel bir nizam verir. Nitekim şanlı tarihimizde yabancı seyyahlar, İslâm beldelerindeki içtimâî âhengi hayranlıkla seyretmiş ve hâtıratlarında nakletmişlerdir.[1]

İçtimaî hayatta dürüstlük, sözünü tutmak, kandırmamak, dakiklik, konuşurken yumuşak, gönül alıcı ve iltifatkâr sözler söylemek, sesini ölçülü tutmak, mütevâzı yürümek, bu cümledendir.

Merhum Mûsâ Efendi anlatırdı:

“–Ticaret hayatında Yahudîler -menfaatleri îcâbı- sözlerinde durmaya çok dikkat ederlerdi. Fakat hocanın birine randevu verdiğimizde ya yarım saat erken gelir veya yarım saat geç gelirdi. Sâmi Efendi Hazretleri ise şayet kendisine bir randevu verilmişse tam vaktinde o kişinin kapısında olurdu. Ne bir dakika erken ne de bir dakika geç. Tam vaktinde gelirdi. Âdeta saat gibiydi.”

MÜSLÜMANIN MÜSLÜMAN ÜZERİNDEKİ HAKLARI

Dînimiz; içtimâî mes’ûliyetleri tanzim etmiş ve şu vazifeleri Müslümanın Müslüman üzerindeki hakları olarak bildirmiştir:

  1. Selâmlaşmak,
  2. Nasihat istediğinde nasihat etmek,
  3. Hasta ve tâziye ziyaretlerinde bulunmak,
  4. Dâvetine icâbet etmek,
  5. Aksırdığı zaman duâ etmek,
  6. Sıla-i rahimde bulunmak...[2]

Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, ashâbının, bu vazifeleri îfâ edip etmediğini kontrol etmek ve bunları edâya teşvik için sık sık yetimler, açlar, hastalar ve vefat eden din kardeşleriyle alâkadar olup olmadıklarını sorardı.[3]

Hayata gözlerini yetim olarak açmış olan Fahr-i Kâinat sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, ümmetinin yetimleriyle bizzat alâkadar olur ve şöyle buyururdu:

“Ben her mü’mine kendi nefsinden daha ileriyim, daha yakınım. Bir kimse ölürken mal bırakırsa, o mal kendi yakınlarına âittir. Fakat borç veya yetimler bırakırsa, o borç bana âittir; yetimlere bakmak da benim vazifemdir.” (Müslim, Cum’a, 43; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7)

Enes bin Mâlik radıyallâhu anh da şöyle der:

“Rasûlullah, din kardeşlerinden birini üç gün göremezse, onu sorardı. Uzaktaysa onun için duâ eder, evindeyse ziyaret eder, hasta ise şifa dilemeye giderdi.” (Heysemî, II, 295)

Fahr-i Kâinat Efendimiz, bizzat dâvetlere icâbet ederdi. Bu hususta sosyal statü ayrımı da yapmazdı. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in bütün bu söz ve davranışları, bir Müslümanın içtimâî mes’ûliyetler hususunda ne kadar geniş bir gönül ufkuna sahip olması gerektiğinin müşahhas misalleridir.

İNSAN İLİŞKİLERİNDE SOSYALLEŞMENİN ÖNEMİ

İçtimâîleşmenin Allah katındaki kıymetini ifade için, son söz olarak şu kudsî hadîs-i şerîf kâfîdir:

“Allah Teâlâ, kıyâmet gününde şöyle buyurur:

«–Ey Âdemoğlu! Hastalandım, Ben’i ziyaret etmedin!» Âdemoğlu:

«–Sen Âlemlerin Rabbi iken ben Sen’i nasıl ziyaret edebilirdim?» der. Allah Teâlâ:

«–Falan kulum hastalandı, ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin, Ben’i onun yanında bulurdun. Bunu bilmiyor musun?

Ey Âdemoğlu, Ben’i doyurmanı istedim, doyurmadın.» buyurur. Âdemoğlu:

«–Sen Âlemlerin Rabbi iken ben Sen’i nasıl doyurabilirdim?» der. Allah Teâlâ:

«–Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, verdiğini Ben’im katımda mutlaka bulacaktın. Bunu bilmez misin?

Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, vermedin.» buyurur. Âdemoğlu:

«–Ey Rabbim! Sen Âlemlerin Rabbi iken ben Sana nasıl su verebilirdim?» der. Allah Teâlâ:

«–Falan kulum senden su istedi, vermedin. Eğer ona istediğini verseydin, verdiğinin sevâbını katımda bulurdun. Bunu bilmez misin?» buyurur.” (Müslim, Birr, 43)

Dipnotlar:

[1] Yabancı seyyahların İslâm beldelerindeki bu tür müşâhedeleriyle ilgili misaller için Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI adlı eserimizin “Ahlâkî Fazîletler” bahsine bakılabilir. [2] Bkz. Buhârî, Cenâiz, 2; Müslim, Selâm, 4-5. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Cenâiz, 1. [3] Bkz. Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 12.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam Tefekkür Ufku, Erkam Yayınları