Toplumda Huzur Nasıl Sağlanır?

İSLAM

Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-, pek çok insana yazılı emân vermiştir. Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, Hazret-i Peygamber’in Diplomatik Mektupları isimli eserinde, muhtelif ülkelerde Efendimiz’e âit pek çok “emannâme” nüshası gördüğünü ifade eder.

Bunlardan birine âit olan şu hâtıra ne muhteşemdir:

İstanbul fethedildiğinde civardaki hükümdarlardan tebrik için heyetler gelmektedir. Bunlar arasında Kudüs Rum Patriği Atnasyos da vardır. Fâtih’in huzûruna çıkan patrik, Peygamber Efendimiz’in parmak basarak imzaladığı emannâmeyi ve Hazret-i Ömer zamanından kalma kûfî hatla yazılı belgeleri gösterir. Kudüs’teki ibadet mekânlarının eskiden olduğu gibi kalmasını ricâ eder. Efendimiz’in verdiği hakları aynen tasdik eden Fâtih, bir ferman yazar ve “Her kim bu hatt-ı humâyûn’u feshederse Allâh’ın lânetine uğrasın!” kaydını düşer. Bu ferman şu anda Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Kilise Defteri, no: 8’de bulunmaktadır.[1]

İSLÂM MÜSAMAHA DİNİDİR

İslâmî esaslar sâyesinde müslüman toplum o hâle gelmişti ki, idareleri altında yaşayan insanlar -ister hristiyan olsun ister yahûdi- gâyet refah içindeydiler ve hayatlarından memnun idiler. Hattâ kendi dindaşlarının idaresini istemiyor, kendilerini adâletle idâre etmek üzere müslümanları memleketlerine davet ediyorlardı.

Bernard Lewis şöyle der:

“Osmanlı insanı, hristiyanları âdeta büyülüyordu. Osmanlı’nın hoşgörüsü ve devletindeki imkânlar, huzûra kavuşmak isteyen birçok insanı bu memlekete çekmiştir. Mağdur köylüler, efendilerinin düşmanlarından medet umuyorlardı. Luther bile 1541’de yayımladığı bir eserinde hristiyanları şöyle uyarmıştır: «Sizin gibi gözü doymaz prenslerin, toprak ağalarının ve burjuvaların idaresi altında yaşamaktansa Türklerin idaresi altında yaşamak fakirlere daha hayırlı gelebilir…»[2]

İSLÂM MERHAMET DİNİDİR

İslâm bir merhamet dînidir. Merhamet, İslâm dîninin en mühim esaslarındandır. Öyle ki, Kitâbullâh’ın serlevhası olan “Besmele”de Cenâb-ı Hak, lâfza-i celâlinin yanında engin merhametini ifâde eden Rahmân ve Rahîm isimlerini zikretmiştir. Ardından ilk sûre olan Fâtiha-i Şerîfe’nin ikinci âyetinde de aynı isimleri tekrar etmiştir. Daha sonra bir başka sûrenin ilk kelimesi olarak Rahmân sıfatını vahyetmiş ve bu ilâhî sıfat, o sûreye isim olmuştur. Böylece orada:

“Rahmân, Kur’ân’ı öğretti!” buyrularak Kur’ân-ı Kerîm’in beşeriyete bir merhamet-i ilâhiyye îcâbı takdîm edildiğine işaret edilmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in bir rahmet ve şifâ olduğu, İsrâ Sûresi’nde de açıkça beyan edilmektedir. (el-İsrâ, 82)

Kur’ân-ı Kerîm’in diğer sûrelerinde de şefkat ve merhamet, yüzlerce defa hatırlatılır ve tavsiye edilir.

Diğer taraftan Allah Teâlâ’nın peygamberlerine verdiği en yüce hasletlerden biri de merhamet olmuştur. Bilhassa:

“Ey Rasûlüm! Biz Sen’i âlemlere ancak bir rahmet olarak gönderdik!”[3] beyânı vechile, Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-’de bu vasıf, hiç kimsenin ulaşamayacağı bir zirve teşkil eder. O’nun emsalsiz merhametinin bir misâli şöyledir:

PEYGAMBER EFENDİMİZİN MERHAMETİ

Bedir Gazvesi’nde ordular karşı karşıya gelmiş, Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz müşriklere, sulh için elçiler gönderiyordu. Bu esnâda düşman ordusunda su kıtlığı baş gösterdi. Aralarında Hakîm bin Hizâm’ın da bulunduğu bir kısım müşrikler, müslümanların havuzundan su içmeye geldiler. Müslümanlar onlara mânî olmak isteyince Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“–Bırakınız içsinler!” buyurdu. Onlar da gelip içtiler. (İbn-i Hişâm, II, 261)

KULLUK İKİ HUSUSTAN MÜTEŞEKKİLDİR

Diyebiliriz ki, İslâm’da îmânın ilk meyvesi, merhametten ibarettir. Bu istikâmet üzere yaşayan Hak dostları, kulluğu kısaca şu iki hususla ifade etmişlerdir:

  1. Tâzîm li-emrillâh, yani Allâh’ın emirlerini hürmetle yerine getirmek,
  2. Şefkat alâ halkillâh, yani yaratılanlara Yaratan’dan ötürü şefkat ve merhamet göstermek.

İslâm bir rahmet dînidir. Nice günah ve gaflet çukurlarına yuvarlanan beşeriyet, yaptıklarının karşılığı olarak helâk ve hüsrâna müstahak olmuşken Cenâb-ı Hak dâimâ rahmet ve af kanatlarını açarak onları saâdet iklîmine çekmeyi murâd eder. O’nun:

“Rahmetim, gazabımı geçmiştir!”[4] beyânı da bunun bir nişânesidir.

İSLÂM'I HAKKIYLA YAŞAN BİR CEMİYET HUZUR TOPLUMU OLUR

Hâsılı, şunu söyleyebiliriz ki İslâm’ı hakkıyla yaşayan bir cemiyet, huzur toplumu hâline gelir. İnsanlar orada hem dünyalarından emin olarak yaşarlar hem de âhiretlerine ümitle bakarlar. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Müslüman olan, kendisine yeterli rızık verilen ve Allâh’ın lûtfettiği nîmetlere kanaat eden kimse kurtuluşa ermiştir.” (Müslim, Zekât, 125. Ayrıca bkz. Tirmizî, Zühd, 35/2348)

Dipnotlar: [1] Ziya Demirel - Avni Arslan, Osmanlı’da Peygamber Sevgisi, Ankara 2009, s. 63; http://www.turkislamtarihi.nl/makaleler/kudus.php [2] Bernard Lewis, “The War and the Polities”, In The Legacy of Islam, ikinci baskı, Oxford 1974, s. 156-209. [3] el-Enbiyâ, 107. [4] Buhârî, Tevhîd, 15, 22; Müslim, Tevbe, 14-16.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslam, Erkam Yayınları