Tevbe ve İstiğfar Hakkında Âyet ve Hadisler

HAYATIMIZ

Unutulmamalıdır ki peygamberler dahî zelle işlemiş, onun ıztırâbı ile tevbe ve istiğfâr içinde yaşamış, böylece kendilerine beşerî acziyet tattırılmıştır. Çünkü mutlak üstünlük ancak Allâh’a âittir. Acziyetten müstesnâ ve münezzeh olan yalnızca O’dur.

İlk tevbe eden peygamber Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’dır. Havvâ vâlide­mizle beraber yaptıkları şu tevbe meşhûrdur:

رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنْفُسَنَا وَإِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ

“…Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımaz­san, mutlakâ ziyân edenlerden oluruz.” (el-A’râf, 23)

Bu duâ, kendilerinden sonra kıyâmete kadar gelecek evlâdlarına en güzel bir istiğfâr nümûnesidir.

Cenâb-ı Hak, merhameti sebebiyle kullarını tevbe ve istiğfâra dâvet eden ve böylece onları bağışlayacağını müjdeleyen âyetlerinde şöyle buyurmaktadır:

إِلاَّ مَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً فَأُولئِكَ يُبَدِّلُ اللهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللهُ غَفُوراً رَحِيماً. وَمَنْ تَابَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَإِنَّهُ يَتُوبُ إِلَى اللهِ مَتَابًا

“An­cak (yap­tı­ğı kö­tü­lük­ler­den) vaz­ge­çip îmân ede­rek sâ­lih amel­ler iş­le­yen­ler var ya, iş­te Al­lâh on­la­rın kö­tü­lük­le­ri­ni iyi­lik­le­re (gü­nah­la­rı­nı se­vap­la­ra) çe­vi­rir. Al­lâh çok ba­ğış­la­yı­cı, en­gin mer­ha­met sâhibi­dir. Kim tevbe edip amel-i sâlih işlerse, şüphesiz o, tevbesi kabûl edilmiş olarak Allâh’a döner.” (el-Fur­kân, 70-71)

وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلَى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ. أُولـئِكَ جَزَآؤُهُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا اْلأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ.

“O (muhsinler ki) bir günah işledikleri yahut nefslerine zulmettikleri zaman Allâh’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Allâh’tan başka günahları kim affedebilir? Bir de onlar, bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmezler. İşte onların mükâfâtı Rableri tarafından bağışlanma ve altından ırmaklar akan, ebedî kalacakları cennetlerdir. Amel-i sâlih işleyenlerin mükâfâtı ne güzeldir!” (Âl-i İmran, 135-136)

Âyet-i kerîmede, ihsân kıvâmında bir hayat sürenlerin günahta ısrar etmedikleri ve hemen tevbeye sarıldıkları vurgulanmaktadır. Zîrâ onlar:

لاَ صَغِيرَةَ مَعَ اْلاِصْرَارِ وَلاَ كَبِيرَةَ مَعَ اْلإِسْتِغْفَارِ

“Isrâr edildikçe küçük günahlar küçük olarak kalmayıp büyük günah hâline gelir; istiğfâra devâm edildikçe de büyük günahlar affedilip silinir.” hikmetince hareket etmektedirler. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

أَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَأَنَّ اللهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

“Onlar bilmezler mi ki Allâh kullarının tevbesini kabûl eder ve sadakaları (bizzat) alır. Çünkü Allâh tevbeleri çok çok kabûl buyuran ve Rahîm olandır.” (et-Tevbe, 104)

قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّي لَوْلاَ دُعَاؤُكُمْ

 “(Ey Ra­sû­lüm!) De ki: Si­zin duâ ve ni­yâz­la­rı­nız ol­ma­zsa, Rab­bim si­ze ne di­ye de­ğer ver­sin?..” (el-Fur­kân, 77)

Duâda asıl olan, ihlâs, muhabbet ve samîmiyettir. Samîmî duâlar, bir muhabbet tezâhürüdür. Yukarıdaki âyet-i kerîme, kulun, muhabbetle yapılan bir duâ ile değer kazandığını ifâde buyurmaktadır. Bu yüzden tevbeler cân ü gönülden olmalıdır. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللهِ تَوْبَةً نَصُوحاً عَسَى رَبُّكُمْ أَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ

“Ey îmân edenler! Samîmî bir tevbe ile Allâh’a dönün! (Ancak böyle yaptığı­nız takdirde) umulur ki Rabbiniz, sizin kötülüklerinizi affeder!..” (et-Tahrîm, 8)

إِلاَّ الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللهِ وَأَخْلَصُوا دِينَهُمْ ِللهِ فَأُولـئِكَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللهُ الْمُؤْمِنِينَ أَجْراً عَظِيماً

“Ancak tevbe edip hâllerini düzeltenler, Allâh’a sımsıkı sarılıp dinlerini yalnız O’na has kılanlar başkadır. İşte onlar, (gerçekte) mü’min­lerle beraberdirler ve Allâh, mü’minlere yakında büyük mükâfât verecektir.” (en-Nisâ, 146)

وَاللهُ يُرِيدُ أَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُرِيدُ الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ أَنْ تَمِيلُوا مَيْلاً عَظِيماً

“Allâh, sizin tevbenizi kabûl etmek ister; nefsânî arzularına uyanlar ise, büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.” (en-Nisâ, 27)

İlâhî emirlere muhâlefet mânâsına gelen günah işleme keyfiyetinden tamâmen uzak kalınmaya çalışılsa bile, Cenâb-ı Hakk’ın nîmetlerine lâyıkıyla şükredebilmek mümkün olmadığı için, hiç kimse tevbe ve istiğfârdan müstağnî kalamaz. Bu husustaki beşerî acziyet, herkes için geçerlidir. Şâyet şükre muvaffak olunsa, bu da bir nîmet olduğundan, başka bir şükrü îcâb ettirir. Böylece şükür borcu, beşer üzerinde sonsuza kadar devâm eder.

Hatâ ile me’lûf kılınan insanın bütünüyle günahlardan uzak kalması çok zordur. Kul gafleten de olsa günâha düşecek, acziyetini hissedecek ve Yüce Rabbine ilticâ edecektir. İnsanın, Rabbinin azametini ve kendi hiçliğini tam olarak idrâk etmesi bu ilticâ ve yakarışların derinliğine ve keyfiyetine bağlıdır. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

كُلُّ بَنِي آدَمَ خَطَّاءٌ. وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ

“Her insan birçok hatâ yapabilir. Fakat hatâ yapanların en hayırlısı çokça tevbe edenlerdir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 30/4251)

Hatâ işleme keyfiyetinden peygamberler bile hâriç değildir. Onlar da zaman zaman hatâ yapmışlar ve Rablerine tevbe ve istiğfârda bulunmuşlardır. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Bâzen kalbimin perdelendiği olur. Ama ben Allâh’a günde yüz defa istiğfâr ediyorum.” (Müslim, Zikir, 41; Ebû Dâvûd, Vitir, 26)

“Vallâhi ben günde yetmiş defâdan fazla Allâh’tan beni bağışlamasını diler, tevbe ederim.” (Buhârî, Deavât, 3; Tirmizî, Tefsîr, 47; İbni Mâce, Edeb, 57)

Ancak Rasûlullâh Efendimiz’in bu tevbe ve istiğfârı çoğu zaman bir hatâsından dolayı değil, Allâh Teâlâ’ya daha çok yakınlık kesbetmek ve O’nun rızâsını kazanmak içindir. Efendimiz her an mânevî bir terakkî içinde bulunduğundan, bir sonraki hâl ve makâmına göre daha aşağı seviyede bulunan bir önceki hâl ve makâmına istiğfâr etmiştir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları