Tefekkür Nedir, Terki Günah mıdır?

TEFEKKÜR

Tefekkür nedir? Tefekkürü terk etmek günah mıdır? 

Tefekkür; herhangi bir mesele hakkında düşünme, zihni yorma, derin düşünme ve işin şuuruna varma demektir.

Ne acâyiptir ki insan, son derece şâşaalı ve müzeyyen bir saray görse ona hayran kalır. Onu hatırından çıkaramaz, hayâtı boyunca onun güzelliğini anlatıp durur. Ancak ilâhî bir sanat harikası olan şu muazzam kâinâtı sürekli görüp durduğu hâlde onun inceliklerini lâyıkıyla düşünmez ve ondan yeterince bahsetmez. Normal bir şeymiş gibi üzerinde durmayıp geçer gider. Tıpkı üzerinden akıp giden bahar yağmurlarından hiçbir nasîbi olmayan kayalıklar gibi... Hâlbuki hayran olduğu o fânî saray, şu muazzam kâinâtın en küçük cisimlerinden biri olan dünyanın küçücük bir zerresidir.

Allâh’ın kudretini tefekkürden gâfil olan insanın misâli, karıncanın şu hâline benzer:

Karıncanın biri, padişahın, yüksek duvarlı, sağlam temelli, en güzel eşyalarla tezyîn edilmiş, hizmetçilerle dolu köşklerinin birinde yuva yapar. Hücresinden çıkıp arkadaşlarına rastladığında, onlara kendi yuvasından, gıdasından ve onları nasıl depo ettiğinden başka bir şey anlatmaz. İçinde bulunduğu köşkün ve o köşkü yaptıran pâdişâhın kuvvet, ihtişam ve saltanatını düşünmekten pek uzaktır. Karınca bu köşkten gâfil olduğu gibi orada yaşayanlardan da gâfildir.

Gâfil insan da Allâh’ın ilâhî sanat hârikalarından, mülkünde yaşayan meleklerinden ve has kullarından habersizdir. Karıncanın, içinde yaşadığı köşkü ve ondaki güzellikleri bilme imkânı yoktur. Ancak insan, tefekkür ve tahayyülü sâyesinde nice âlemleri dolaşabilir. İlâhî sanat hârikalarını idrâk edebilir.

TEFEKKÜRÜN TERKEDİLMESİ EMANETE İHANETTİR

Allah Teâlâ’nın insana lûtfettiği, sayılamayacak kadar sonsuz nîmetlerine mukâbil, kendi hiçlik ve acziyetini kavrayıp şükür secdelerine varabilir. Bunu ancak “insan” olan yapabilir. Yâhut diğer bir tâbirle ancak bunu yapabilenler, insanlık şeref ve haysiyetini taşıyabilirler. Zira insan, yaratılış itibârıyla tefekkür istîdâdına sahip bir varlıktır. Tefekkür istîdâdını kullanmaya kullanmaya onu körelmeye terk ederse, o ilâhî emânete ihânet etmiş ve insanlığının en mühim vasıflarından birine vedâ etmiş olur.

Nakledildiğine göre Hazret-i Mûsâ (a.s.) zamanında biri, otuz sene ibadet etmişti. Bir bulut gölge yaparak onu güneşten koruyordu. Bir gün bulut gelmedi, o âbid güneşte kaldı. Annesine bunun sebebini sorduğunda:

“−Herhâlde bir günah işlemişsin.” dedi. O:

“−Hayır, günah işlemedim!” deyince annesi:

“−Göklere, çiçeklere bakmadın mı? Onları görünce Cenâb-ı Hakk’ın azametini tefekkürden gâfil mi kaldın?” dedi. Delikanlı:

“−Evet, etrafımdaki hârikulâde güzellikleri gördüğüm hâlde tefekkürde kusur ettim.” deyince annesi:

“−Bundan büyük günah olur mu? Hemen tevbe et!” dedi.

TEFEKKÜR İMANI ARTTIRIR

Aklı başında olan bir mü’minin, tefekkür vecîbesini hiçbir zaman ihmâl etmemesi gerekir. İnsan, Allâh’ın sanatındaki hârikulâdelikleri ne kadar çok öğrenir ve üzerinde ne kadar tefekkür ederse, O’nun celâl ve azameti hakkındaki mârifeti, yani Hakk’a yakınlığı da o nisbette artar.

Hazret-i Ali: “Kur’ân’ı bilen biri yıldız ilminden (astronomiden) de bâzı şeyler öğrenirse bu sâyede îman ve yakîni artar” demiş, sonra da şu âyet-i kerimeyi okumuştur:

“Şüphesiz gece ve gündüzün birbiri ardınca değişip durmasında, Allâh’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde takvâ sahibi bir toplum için nice deliller vardır.” (Yûnus, 6)

Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı her varlık, ilâhî nizam içinde belli hizmet ve vazîfeler görmektedir. İnsanoğlu, bu sayısız mahlûkun nâmütenâhî hizmetlerinden bugüne kadar pek azını anlayabilmiştir. Göremediği ve anlayamadığı hikmetler, idrâk edebildiklerinden kat kat fazladır. Zira sesi biliyorsak, kulak gibi bir alıcı cihazımız olduğu içindir. Rengi biliyorsak, göz sâyesindedir. Kim bilir bu sonsuz varlıklar âleminde daha nice ilâhî tecellîler var ki onları bilecek cihazlar bizde olmadığı için onlar hakkında herhangi bir mâlumâta sahip değiliz.

Mahlûkâtı ve onların husûsiyetlerini bile tam olarak idrâk edemeyen ve aklı mahdut olan insan, bütün kâinâtı yaratan Cenâb-ı Hakk’ı tam olarak nasıl idrâk edebilir? O’nun azametini, sıfatlarının tecellîsinden biraz idrâk edebilen İslâm âlimleri, hayret ve dehşet içinde ancak:

“O’nu anlamak, idrâk edilemeyeceğini anlamaktır.” diyebilmişlerdir. Çünkü yaratılmış varlıklarda, Allâh’ın zâtî hakîkatinden bir in’ikâs ve tecellî yoktur. Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı her şey, ilâhî sıfatların tecellî terkipleriyle oluşmuştur. Zât tecellîye dayanabilecek bir mekânın yaratılmadığı, Hazret-i Mûsâ’nın (a.s.) Allâh’ı görebilmek husûsundaki ısrarlı arzusu karşısında gerçekleşen “لنَ ترَيٰنىِ / Ben’i göremezsin” hitâbı ve binnetice onun bayılması hâdisesiyle sâbittir. Bu sebepledir ki insanoğlu O’nu zât hakîkati şöyle dursun, sıfat hakîkatiyle bile kâmil bir sûrette idrakten âcizdir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Tefekkür, Erkam Yayınları