Tefekkür Etmek Nasıl Olur?

TEFEKKÜR

Yüce Rabbimiz, bizden ısrarla hem kendimizi hem tabiatı tefekkür etmemizi ister. Kur’ân-ı Kerîm’in yaklaşık 150 yerinde ilâhî azamet ve kudret nakışlarını düşünmemizi emreder.

Cenâb-ı Hak, ilâhî isim ve sıfatlarının üç büyük tecellî mekanı olan Kur’ân, insan ve kâinâtın derinliklerinden nasip alarak oradan hayatını aydınlatacak hakîkat incilerini çıkarabilme kabiliyetini, mahlukât içinde kâmil bir sûrette yalnızca insanlara, kısmen de cinlere bahşetmiştir. Ki bunun yegâne vâsıtası da tefekkür ve tahassüstür.

Tefekkür ve tahassüs, hâkîkate ulaşmanın ve kalbî hayata seviye kazandırmanın, vazgeçilmez bir şartıdır. Eşsiz bir hidâyet ve saâdet rehberi olan Kur’ân-ı Kerîm de, ilk âyetinden son âyetine kadar, her vesîleyle bizleri tefekküre dâvet etmektedir. İnsanın yaratılışındaki hikmetleri, kâinattaki Hârikulâde nizâmı ve Allâh’ın âyetlerini, yani ilâhî kudret nakışlarını, azamet tecellîlerini ve Allâh’ın kâinatta mutlak olan hükümranlığını tefekkür etmemizi emretmektedir.

Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı Kerîm’de her vesîleyle:

Hiç tefekkür etmez misiniz? Akletmezler mi? İdrâk etmezler mi? Akıl erdirmiyor musunuz?” buyurarak mü’minleri îkaz buyurur.

Nitekim bu cümleden olmak üzere;

Onlar deveye bakmazlar mı?” (Gaşiye, 17) buyurarak mahlûkata dikkat çekerken;

Buluta, yağmura, dağlara, yeşil bitkilerin kışın ölüp baharda dirilmesine bakmazlar mı?..” buyurarak coğrafî hadiselere;

Geçmiş kavimlerin âkıbetlerine bakmazlar mı?” buyurarak da tarihe dikkat çeker.

Böylece biz kullarını her vesîleyle tefekküre davet edip kâinâta hâkim olan ilâhî kanunları ve bu kanunların tecellî şartları demek olan “âdetullâh”ı kavramamızı ister.

BOŞ BAKMA, HİKMETİ İDRAK ET

Yine Rabbimiz, insanın kâinâtı boş ve kavrayışsızbir nazarla değil; hikmeti idrâk edecek bir dirâyet ve basîretle mûşahade etmesi lâzım geldiğini ifâde eder. Kur’ân-ı Kerîm’de ilâhî nîmetler, zikrettikten sonra, defalarca; “Ey bakış, görüş (idrak) sahipleri!..” diye hitâb eder.

Yüce Rabbimiz, bizden ısrarla hem kendimizi hem tabiatı tefekkür etmemizi ister. Kur’ân-ı Kerîm’in yaklaşık 150 yerinde ilâhî azamet ve kudret nakışlarını düşünmemizi emreder. Bunun için taakkul, tedebbür, tezekkür, tefekkür, gibi mefhumları kullanır.  Bu mefhumların zirve seviyede hayâta tatbik edilip mânevî bir terbiye metodu hâline geldiği saha ise “Tasavvuf”tur. Tasavvuf; ferdin mânevî istîdâdı ve buna ilâveten Allâh’ın lûtfu nisbetinde hakîkat zirvelerine ulaşmayı hedefleyen bir tekâmül/olgunlaşma yolunun adıdır. Bundan dolayıdır ki; “Kendini bilen Rabbini bilir.” sözüyle ifâde edilen hikmet, tasavvuf ehlinin mânevî tekâmül yolunda en esaslı düsturlarından birini teşkil eder.

Kâinâtta, diri bir kalbe sahip insana Hâlık’ını ve O’nun sanatkârâne kudretini tanıtmayan hiçbir zerre yoktur. Mikro âlemden makro âleme kadar kâinattaki her şey, ilâhî azametin şâhididir. Bütün mahlûkâtın “Lisân-ı hâl” denilen bir ifâde şekli vardır ki, her şey onunla açık ve net bir beyan hâlindedir. Bu beyanları lâyıkıyla idrâk edebilen mü’minler için, nasıl ki bedenin kıblesi Kâbe ise gönlün kıblesi de Cenâb-ı Hak olur.

EN GÜZEL İMAN ANAHTARI

Âyet-i kerîmede buyrulur:

Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerindeyken (dâimâ) Allâh’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler (ve şöyle derler): «Rabbimiz! Sen bu (âlemi) boşuna yaratmadın, Sen’i tesbîh ederiz, bizi cehennem azâbından koru!»” (Âl-i İmrân, 191)

Kâinattaki ilâhî kudret ve azamet tecellîlerini lâyıkıyla tefekkür edebilen bir insan, öncelikle aczini idrâk eder, sonra ise tam bir teslîmiyet ve itaat ile her nefes Rabbini zikir hâlinde olur. Böylece kalbi takvâ nûruyla dolar. Tefekkür de, takvâ ile en makbul kıvamına ulaşır.

Hak katında insan; bedenî şekli, dış görünüşü ve dünyevî imkânlarıyla değil; kalbî olgunluğu, mânâ derinliği, rûhânî vasıf ve kâbiliyetleriyle bir kıymet ifâde eder. Bunun içindir ki Kur’ân-ı Kerîm, mü’minin tefekkürünü îmânî bir duygu derinliğiyle takviye ederek, onu madde ve nefsâniyetin dar hudutlarına hapsolmaktan kurtarır; rûhâniyet iklîminin ebedî ve sınırsız ufuklarına kavuşturur. Kâinattaki ilâhî vitrinleri ibret nazarıyla seyredebilen bir mü’minin tefekkürü, rûhânî bir vasıf kazanır. Kalbî tahassüsle zirveleşen böylesine derin ve ihâtalı bir tefekkür de, en güzel îman anahtarıdır.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Tefekkür, Erkam Yayınları, 2013, İstanbul