Tebük Seferi’ne Katılan ve Katılmayan Sahabiler

Nübüvveti

Tebük Seferi’ne katılan ve katılmayan sahabiler kimlerdir? Tebük Seferi’nden çıkarılacak dersler ve hikmetler.

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin mutad günlük yaşayışının, risalet vazifelerini ifadaki tebliğ, irşad üslup ve usûlünün, bizzat idare ettiği gazveleri ve seferlerindeki hikmetlerin mü’minler tarafından büyük bir dikkatle tetkiki gerekir. Zira O “üsve-i hasene-en güzel örnek” olarak mü’min hayatının bütün alanlarına numune olmak üzere gönderilmiştir.

Varlık Nuru Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in gazâ ve seferleri içinde, birçok hikmet ve dersler ihtiva eden seferlerinden birisi de Tebük Seferi’dir. Hicretin yedinci senesinde Rumların 40.000 kişilik bir orduyla bazı Hıristiyan Arap kabilelerini de yanlarına alarak Müslümanlara karşı bir sefere çıktıkları haberi Rasulûllah Efendimiz’e ulaştığında mevsim yazdı. Sıcaklık en yüksek derecedeydi. İnsanların geçim sıkıntısı çektiği bu zaman meyvelerin olgunlaştığı, hurmaların toplanacağı bir mevsimdi. Zâhirî şartlara göre bir sefere çıkmak gerçekten zordu.

O güne kadar bütün savaş planları ve hazırlıklarını gizli tutan sevgili Efendimiz bu defa kime karşı sefere çıkıldığını, hangi yoldan gidileceğini, ne gibi hazırlıklar yapmak gerektiğini çok açık bir şekilde ashâbına bildirip sefer hazırlıklarına başladı. Bunun üzerine mü’minler ve münafıklar farklı tavırlar ortaya koydular.

TEBÜK SEFERİ’NE KATILAN VE KATILMAYAN SAHABİLER

Birinci grup; Bedir'den itibaren “Ya Rasûlullah! Biz seninle beraberiz. Denize yürürsen, biz seninle yürürüz” teslimiyetini izhar eden müminler idi. Bu güzide sahâbiler sefer için ne gerekiyorsa onu hazırlamanın derdine düştüler. Zira Cenâb-ı Hak, mü’minlere açık bir şekilde sefere katılmalarını emrediyor, katılmadıkları takdirde nasıl bir ilahî ikaba mâruz kalacaklarını beyan ediyordu: “Ey iman edenler! Ne oldunuz ki size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince yere çakılıp kaldınız. Yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa âhirete göre dünya hayatının yararı pek az bir şeydir.”

“Eğer, Allah, yolunda sefere çıkmazsanız sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize başka toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Tevbe, 38-39)

“Gerek yaya olarak gerek binek üzerinde Allah yolunda sefere çıkın. Mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Tevbe, 41)

İlk yardımı getiren her zaman olduğu gibi yine Hazret-i Ebubekir radıyallahu anh idi. “Ehl ü iyâlime Allah ve Rasûlü’nü bıraktım.” diyerek malının tamamını Rasûlullah Efendimiz’e teslim etti. Hazret-i Ömer radıyallâhu anh malının yarısını getirirken, Hazret-i Osman radıyallâhu anh 10.000 askeri teçhiz etti ve diğer sahabiler de her zamankinden çok daha fazla infakta bulundular. Hatta genç kızlar kulaklarından küpelerini koparırcasına çıkartıp, ziynetlerini kan izleriyle getirerek Allah Rasûlü'nün açtığı sergiye bıraktılar. 

İkinci grup, bu uzun sefere katılacak imkânı olmayan fakat bu imkânsızlıktan dolayı gönülleri mahzun olan, gözyaşı döken samimi mü’minlerdi. Bunlar mazeretleri meşrû olan gruptu. “Kendilerini bindirip cepheye sevk edesin diye sana geldikleri zaman senin “Sizi bindirebileceğim bir şey bulamıyorum.” dediğin, bu uğurda harcayacakları bir şey de bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözyaşı döke döke geri dönen kimselere sefere katılmadıkları için bir sorumluluk yoktur.” (Tevbe 92) mealindeki âyet-i kerime ile bu grup teselli ediliyordu.

Üçüncü grup asılsız mazeretler uyduranlardır ki; bunların ruh halleri, mazeretlerinin asla geçerli olmadığı, sonraki pişmanlıklarının da asla kabul edilmeyeceği âyet-i kerimelerde tafsilatlı bir şekilde beyan edilmiştir.

FIRSAT ELDE İKEN…

Günümüzde gerek hizmetlerde gerekse manevi yolculuğumuzun gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmekte ortaya konabilecek mazeretleri bu âyet-i kerimeler ışığında değerlendirmek ve bir vicdan muhasebesi yapmak gerekir. Zamanında sunulan fırsatlar değerlendirilemez ve sorumlulukların farkında olunmazsa daha sonra bu fırsatlar tekrar verilmeyebilir. Zira Hakk'ın emirleri, Rasûlullah Efendimizin beyanları, Allah ve Rasûlü’nün buyurduğu zamanda, buyurdukları şekilde yapılırsa değer kazanır. Tevbe Sûresi’nin aşağıdaki âyetleri özellikle bu bakış açısıyla dikkatle, tekrar tekrar okunması ve günümüze taşınması gereken ilahî beyanlardır.

“Bir takım geçersiz mazeretler öne sürüp Peygamber’den izin alarak seferden geri bırakılanlar Allah Rasûlü'nün hilafına yerlerinde oturup kalmalarına, sefere çıkmadıklarına sevindiler. Malları ve canları ile Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar. ‘Sıcakta sefere çıkmayın’ dediler.  De ki: ‘Cehennem ateşi daha sıcaktır.’ Keşke anlasalardı. Artık kazandıkları işlere karşılık az gülsünler, çok ağlasınlar.” (Tevbe, 81-82)

 “Eğer Allah seni onlardan bir topluluğun yanına döndürür de onlar savaşa çıkmak için senden izin isterlerse de ki: ‘Asla benimle çıkmayacak, benimle beraber düşmanla savaşmayacaksınız. Zira siz ilk sefere davet edildiğinizde oturmaya, sefere katılmamaya razı oldunuz. Öyleyse artık geri kalanlarla birlikte oturun.’” (Tevbe, 83)

 Âyet-i kerimeler özelde Tebük Seferi’ne katılmayan münafıklarla ilgili olmakla birlikte mü’minler tarafından da dikkatlice okunmalıdır.

Tebük Seferi’ne gösterilen tavır hususunda bir de dördüncü grup var ki onlar daha önceki savaş ve seferlere katıldıkları halde bir mazeret de ileri sürmeden bu sefere katılmayan üç sahabîdir. Bu sahabiler münafıklar gibi yalana tevessül etmeden olduğu gibi doğruyu söylediler. Tabii ki bunun da bir bedeli olmalı idi. Nitekim Allah Rasûlü sallallâhü aleyhi ve sellem, sahabîler ve aileleri bu üç sahabiye tam elli gün selam dahi vermediler, diğer alakalarını da kestiler. Bu üç kişi Kur’an ifadesiyle yeryüzünün bütün genişliği ile birlikte kendilerine adeta dar gelmesine rağmen, imanlarında ve tevbelerinde sadakatten ayrılmadılar. Bu sadakatlerinin neticesi olarak da tevbeleri kabul edildi ve bu vahy-i ilahi ile beyan edildi.

TEBÜK SEFERİNDEN ÇIKARILACAK DERSLER

Düşmanla karşılaşılmadan Medine’ye dönülmüş Tebük Seferi muhtelif yönleri ile pek çok hükmü ve öğüdü ihtiva eder:

- Bedenî gayretlerin yanında maddî fedakârlıklar son derece önemlidir.

- Mü’minlere gereken Allah ve Rasûlü’nün davetine mazeret üretmeden katılmaktır.

- Sefer dönüşü Allah Rasulü’nün helak edilen kavimlerin yurtlarından hızla geçmesi, eşyadaki ve mekandaki menfi tesirlere karşı daima dikkatli olmak gerektiğini hatırlatır.

- Günahlar aynı olsa da münafıklıkla samimi müslümanlık farklı neticeler doğurur.

- Ve mühim bir husus olarak da birtakım mazeretlerin, Cenab-ı Hakk’ın tehdidine sebep olacağı hatırlatılır.

Gerek tatiller ve gerek yaz döneminde farklı mekânlara taşınma bahaneleri evlatlarımızın dînî eğitimlerine, bizlerin manevi sohbetlerine ve günlük virdlerimizi ihmale bir mazeret olmamalıdır. Gerek yazlıklarda gerekse yaylalarda yeni hizmet grupları oluşturarak kulluk ve hizmetlerin devamı sağlanmalıdır.

Bekleyen Hak’dan ümîd-i iltifât/Eylesin her dâim Rasûle bin salât.

Kaynak: Abdullah Sert, Altınoluk Dergisi, Sayı: 436