"tasavvufun Özü" Nedir?

TEFEKKÜR

Tasavvuf, özü itibariyle gönül âlemimizin selîm (temiz, şeffaf, berrak, hastalıksız) bir hâle gelip, mârifetul­lâh (Allâh’ın kalb ile tanınması) ve muhabbetullâhtan hisse alacak bir seviyeye ulaşabilmesi ve bu sâyede ilâhî vuslata medâr olabilecek bir kıvâma gelebilmesidir.

Peygamber Efendimiz’e, vahyi telakkîde uygulanan manevî eğitim, kalb tasfiyesi ve nefs tezkiyesinin zeminini teşkil etmektedir.

Henüz vahiy gelmeden önce, belli bir kalbî ve ruhî seviyeye ulaşmış olan Peygamber Efendimiz, ulvî bir hayatın ve yüksek bir ahlâkın içindeydi. Lâkin, ilâhî bir tâlimat ile Hira Mağarası’ndan döndüğünde, eski hayatını fersah fersah aşan yüce bir merhaleye ulaşmış bulunuyordu. Böylece yüce Rabbiyle derin ve kuvvetli bir kalbî irtibâta geçmiş, tevhid ve mârifetullâh nûrunu bütün zerrelerine sindirerek, kullukta takvâ ve huşûun zirvesine ulaşmıştır. Öyle ki, geceleri ayakları şişinceye kadar gözyaşları içinde kulluk ve ibâdete devam etmiş, gözleri uyusa bile kalbi dâimâ uyanık kalmış, Allâh’ın zikrinden, tefekkür ve murâkabesinden bir an bile uzak kalmamıştır.

KALBİMİZİ ALLAH YOLUNDA NASIL EĞİTEBİLİRİZ?

Allâh’ın lütfu sâyesinde ulaştığı bu kalbî kıvam ve kemâlle, bütün beşeriyete hidâyeti ulaştırabilme iştiyâkı içinde din-i mübîni tebliğe devâm etmiş, kendisine tevdî edilen bu ilahî emaneti îfâ şuûru, O’nu zirvelerin zirvesi haline getirmiştir. Vazifesini yerine getirmesine mânî olacak bütün dünyevî teklifleri tereddütsüz reddetmiş ve Hakk’a kulluğu her şeyin üzerinde kabul etmiştir.

Esasen, ilk olarak Âlemlerin Rabbine hamd ile başlayan, neticede de kalbi kötü duygu, düşünce ve vesveselerden arındırıp, bütün mahlûkâtın yegâne Rabbine kayıtsız şartsız sığınmayı emrederek son bulan Kur’ân-ı Kerîm, kıyâmete kadar insanlığa hidâyet rehberi olmuştur. İnsanlığın fiiliyâttaki rehberi ise Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- ve O’nun bir hayat boyu ta’lim ettiği sünnet-i seniyyesidir.

TASAVVUF, PEYGAMBERİMİZLE BÜTÜNLEŞMEKTİR

Bilmelidir ki, Allâh’a muhabbet deryasına götürecek olan yegane rahmet ve muhabbet pınarı, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. Öyle ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e muhabbet, Allâh’a muhabbet; O’na itaat Allâh’a itaat; O’na isyan ise Allâh’a isyan mâhiyetindedir. Buna göre Hazret-i Peygamberin muazzez varlığı, beşer için bir muhabbet melcei, yani sığınağıdır.

İşte tasavvuf, -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek hayatıyla zâhiren ve bâtınen bütünleşerek, engin bir muhabbetle kaynaşmaktan ibârettir. Çünkü Rasûlullâh      -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in her hâli tasavvuftur.

Diğer bir ifâdeyle tasavvuf; bir yüce nasîbin, Âdem -aleyhisselâm-’a “rûh üfürülmesi”yle başlayan, âhir zaman Nebîsindeki kemâl tezâhüründen, muhabbet dolu kalblere akseden feyz şebnemlerinden ibârettir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları