Tasavvufa Göre “Ölmeden Önce Ölmek” Ne Demek?

TEFEKKÜR

Tasavvufa göre “ölmeden önce ölmek” nasıl anlaşılmalıdır?

Mevlânâ Hazretleri buyurur:

“Nehri görünce kâsedeki suyu oraya dök. Su hiç nehirden kaçar, çe­kinir mi?”

“Kâsedeki su, nehir suyuna karışınca orada kendi varlığından kurtulur ve nehir suyu olur.”

“Böy­le olun­ca, o kâ­se­de­ki su­yun vas­fı, sı­fa­tı yok olur da, zâ­tı ka­lır. Ar­tık bun­dan son­ra o ne ek­si­lir, ne kir­le­nir, ne de ko­kar.”

TASAVVUFA GÖRE “ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMEK” NASIL OLUR?

Mesnevî şârihleri, buradaki nehir ile ebedî âhiret hayatının; kâsedeki su ile de insanın fânî hayatının kastedildiğini ifâde ederler. İnsanın ömür kâsesini ebediyet nehrine dökmesi; “ölmeden evvel ölünüz” emrine itaat etmesidir. Yani her fânî için zarurî olan ecel ânı gelmeden önce, nefsânî arzuları ve dünyevî ihtirasları bertaraf ederek, günahların câzibesine karşı âdeta bir ölü gibi olmaktır. Hakkʼa tam bir tevekkül ve teslîmiyetle itaat edip bütün fânî nîmetleri ebedî saâdetin sermayesi kılabilmektir.

Hakîkaten ömür, hızla akan bir nehir gibidir. İnsana verilmiş sınırlı bir sermayedir. Gâfilâne bir ömür sürenlerin hiç bitmeyeceğini zannettikleri bu mahdut sermaye, âhiret âleminin sonsuzluğuyla kıyaslanamayacak kadar kısa, küçük ve cüzʼîdir. Nitekim hadîs-i şerîfte:

“Âhiretin yanında dünyanın durumu, sizden birinin parmağını denize daldırıp çıkarması gibidir. Parmağı (denizden) ne çıkardıysa (âhiretin yanında) dünya işte odur.” buyrulmaktadır. (Hâkim, Müstedrek, 4/319)

Bütün nîmetler gibi ömür nîmeti de Cenâb-ı Hakkʼın bir lûtfudur. Ebedî saâdeti kazanmak için, kulun yegâne sermayesidir. Dolayısıyla bu dünyada yapılacak en kârlı ticaret, fânîyi vererek bâkîyi, cüzʼîyi vererek küllîyi, damlayı vererek deryâyı kazanabilmektir. Üstelik o damlanın aslî vatanı da deryâdır. Deryâdan geleni yine deryâya iâde etmek, esâsen bir fedakârlık bile sayılmaz. Zira her damla, günün birinde, -istese de istemese de- mutlakâ o deryâya geri dönecektir.

Yani Kurʼânî ifâdeyle:

“…Elbette biz Allâhʼa âidiz ve nihâyet Oʼna döneceğiz!” (el-Bakara, 156)

İşte ârif zâtlardan her vesîleyle Hakkʼa yükselen; “Yâ Rabbi! Senʼden geldik, Sana döneceğiz!” niyâzı da bu ilâhî hakîkatte derinleşmiş gönüllerin hissiyâtını aksettirmektedir.

Dolayısıyla, gerçek mahâret ve mârifet odur ki kul, bir kâse su hükmündeki fânî ömrünü, kendi irâde ve arzusuyla, sonsuzluk deryâsına cömertçe sarf edebilsin. Böylece “ölmeden evvel ölmek” sırrından hisse alabilsin. Zira Mevlânâ Hazretleriʼnin tâbiriyle:

“Ne mutlu o kimseye ki ölümden evvel ölmüş; onun rûhu, hakîkat bağının kokusunu almıştır…”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları