Tâhâ Suresi 12. Ayeti Nasıl Anlamalıyız?

TARİHİMİZ

Müfessirler, âyet-i kerîmedeki (Tâhâ, 11-16)  «Nâlinlerini çıkar!» ifâdesine farklı îzahlar getirip işârî  mânâlar vermişlerdir. Bunlar, Kuşeyrî’nin, Letâifu’l-İşârât ve Bursevî’nin Rûhu’l-Beyân adlı eserlerinde şu şekilde açıklanır:

“İki nâlin, dünyâ ve âhireti temsîl etmektedir.”

“Kalbi, dünyâ ve âhiret ile ilgili meşgûliyetlerden boşalt! Hak için her şeyden tecerrüd edip sıyrıl ve Allâh’ın mârifet ve müşâhedesinde fânî olmaya bak!..”

Beşer idrâkinin hududları mahduddur. Bu sınırlı idrâk ile, nihâyetsiz olan ilâhî azamet ve esrârı lâyıkıyla kavrayabilmek mümkün değildir. Bunun için aklın nihâî vazîfesi teslîmiyettir.

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, aklın hudûdunu şu misâl ile îzâh eder:

“Hasta olan bir kimse, akılla ancak hekime kadar gider. Hekimin kapısında aklın vazîfesi biter ve bundan sonra ona hekimin tavsiyelerine teslîmiyet düşer. Nitekim mârifetullâha nâil olabilmek de, teslîmiyetin büyüklüğü nisbetindedir.”

Diğer bir ifâdeyle de “iki nâlinini çıkar” emri şu mânâya gelir:

“Sen tabîat ve nefsten sıyrıl! Nefsini ve ona bağlı şeyleri düşünmeyi bırak; gel!”

“Delîlin tefekküründen vazgeç! Çünkü müşâhede ve ıyândan, yâni göz ile gördükten sonra bunların faydası yoktur!”

Bu sebepledir ki Şeyh Şiblî Hazretleri, Allâh’a vâsıl olduktan sonra kitapların lafızlarından kurtulup, mârifetullâh ve müşâhede deryâsının enginliklerinde nice esrarlı mânâlara ermenin hazzını yaşamıştır.

Allâh Teâlâ, Hazret-i Mûsâ’ya mukaddes Tuvâ Vâdîsi’nde «Nâlinlerini çıkar!» diye emretti. Çünkü, orası Hak Teâlâ’nın huzûru, yaygısıydı ve oraya ayakkabıyla basılması uygun değildi. Ayrıca orada yalınayak yürümek, tevâzû ve edeb cihetinden en münâsip olanıydı.

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur:

“«Îmân nedir?» diye aklıma sordum. Aklım, kalbimin kulağına eğilip: «Îmân, edepten ibârettir!» diye fısıldadı.”

Bu sebepledir ki, ümmet-i Muhammed’in seçkinlerinden olan Bişr-i Hafî ve emsâli zevât, yalınayak yürümüşlerdir. Selef-i sâlihîn de, Kâbe’yi yalınayak tavâf ederlerdi.

Diğer taraftan mukaddes mekânda nâlinlerin çıkarılması emri, Mûsâ -aleyhisselâm-’ın ayaklarının, oranın bereketinden istifâde edip, şerefyâb olması içindi.

Ancak ne ibretlidir ki, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e Mîrâc gecesi:

“Ey Habîbim! Sen Arş yaygısı üzerinde pabuçlarınla yürü ki, Arş Sen’in pabuçlarının tozu ile şereflensin ve Arş’ın nûru Sana kavuşma nîmetine nâil olsun!” denildiği rivâyet edilmektedir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, V, 370)

İşârî tefsîr, âyetlerin zâhir mânâlarının ötesinde ifâde ettikleri ince mânâları ortaya çıkarmak demektir. İşârî tefsirde üç vasfın bulunması şarttır.

  1. Zâhirî mânâyı muhâfaza,
  2. İşâret edilen mânâya delil teşkil edecek mazmunların (bir takım sembollerin) olması,
  3. Yapılan açıklamanın, Kitâb ve Sünnet muhtevâsı içinde olması.

Cenâb-ı Hakk’ın kalben ve muhabbetle bilinmesi.