Suyun Macerası

DOSYALAR

İnsanın ilim ve tahsil yolunda asıl gayesi, işte bu üç «kitâbullâh»ı okumaktır. Kur’ân-ı Kerim’de insanlığa ilk emir olan; “Yaratan Rabb'inin adıyla oku!” fermanı bizden bunu ister. Fakat bunları okuyabilmek, görebilmek kalbî bir kıvam ister. Böyle bir kalbî kıvam içinse nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesi mühimdir.

Suyun mâcerasını bir düşünelim.

Yağmur bulutlarından toprağa düşen su; bazen münbit bir arazide canlıların neşv ü nemâ bulmasına vesile olurken, bazen de kayalık veya killi bir arazide veya çölde heder olup gitmektedir. Buna mukabil bazen de toprağın üstünde neticesi görünmese bile, yer altında birikerek şifâlı bir kaynak suyu hâline gelmekte ve toprağı yarıp yeryüzüne çıkmak için gün saymaktadır.

Toprağın üstünde kalan su; insanlara hizmet etmekte, onların yiyeceğinde, içeceğinde, temizliğinde ve türlü şekillerde ihtiyaçlarının giderilmesinde kullanılmakta ve bazen bu yüzden kirlenmektedir. Fakat o kirli su, güneşin hararetiyle gökyüzüne doğru tebahhur etmekte (buharlaşmakta), sonra bulut bulut kümelenip tekrar yeryüzüne rahmet olarak yağmaktadır.

Bu müthiş deveranda Allâh’ın sonsuz ilmini tefekkür etmemiz için de derin hikmetler vardır.

ŞIRIL ŞIRIL BİR DESTAN

Bir düşünelim:

İçtiğimiz bir bardak su, var olduğu günden beri, kaç defa buhar olup gökyüzüne çıktı, sonra da rahmet olarak yeryüzüne indi, hangi tohumların içinde yemiş oldu, nerelerde gezdi, hangi bedenlere dâhil oldu! Bundan sonra kim bilir daha neler olacak?!. Bu mâcera yazılmaya kalkılsa -ki tam olarak bilmemiz de mümkün değildir- ciltler dolusu kitaplar yazılır da yine de yazılacakların sonu gelmez. Fakat Rabb'imiz, her zerresinin kaderini bilir, takdir eder ve yaratır.

Bu mâceranın temizlik buudu ise insana büyük bir derstir. Hazret-i Mevlânâ, suyu hâl lisânıyla konuşturarak şöyle anlatır:

“Su; yeryüzü muhtaçlarını ve yetimlerini besler, susuzluktan kuruyup kalmış olan susuzlara hayat bahşeder. Lâkin arılığı, duruluğu kalmayıp, kirlenip bulanınca, su da bizim gibi yeryüzünde kirlendiği için huzursuz olur, şaşırıp kalır. İçten içe feryâda başlar; «Yâ Rabbi!» der: 

«Sen bana ne verdinse, onların hepsini dağıttım, hepsini verdim; şimdi ben yoksul kaldım. Sermayemi, elimde bulunan her şeyi temize de döktüm, pise de… Ey sermaye veren Rabb'im, bana daha da fazlasını ihsân et.» 

Bu feryatlar, bu yalvarışlar üzerine Cenâb-ı Hak buluta der ki: 

«Onu hırpalamadan hoş bir yere götür.» Güneşe de; 

«Çabuk onu hararetinle göklere yükselt!..» diye ferman buyurur. Onu çeşit çeşit yollara sürer. Onu göklerde temizledikten sonra bazen yağmur, bazen kar, bazen de dolu hâlinde yeryüzüne yağdırır. Sonunda onu kıyısı olmayan, sınırsız denize ulaştırır.”

Her mevsim şahit olduğumuz bu tabiî hâdiseyi nakleden Hazret-i Mevlânâ, mânâ yoluyla insana;

«Suların semâda temizlendiği gibi sen de Cenâb-ı Hakk’a yaklaşarak kendini bütün nefsânî kirlerden arıt. Böylece sen de yağmur gibi ol; bereket ve rahmet saç!» demektedir.

Su insan için büyük bir remizdir. İnsan, sudan yaratılmıştır, vücudunun mühim bir kısmı sudur ve hayâtiyetini sürdürmek için suya muhtaçtır. Su da suyun temizlenmesi de bizi hakikate götürmesi hedeflenen birer mecazdır. Asıl hakikat, gönül temizliğidir.

İnsan; işlediklerinin pişmanlığı içinde Cenâb-ı Hakk’a niyâz edip gözyaşlarıyla günahlarını temizlemeye çalışırsa, bu sayede terakkî ederek mânevî saflık ve kemâle ulaşır. Artık bu mertebede insan, Cenâb-ı Hakk’ın emri ve izni ile bir «rahmet» olarak insanların gönüllerine bereket saçmaya başlar. Artık o, insanların ıslah ve kemâline hizmet için vazifeli bir rahmet ve hidâyet menbaıdır.

«İnsan-Su» teşbihinin hikmetleri sonsuzdur:

SUYUN ŞİFRELERİ

İnsanın aslı saf ve temizdir. Necâset, kir ve lekeler, ona sonradan bulaşır. Ama bunlar ârızîdir. Kalıcı olan, ruhtaki asâlet ve temizliktir. Su; temizlenmenin yolunu lisân-ı hâl ile güneşin nazarında yanmak (nedâmet), benliğinden soyunmak (itiraf, tevâzu, zühd) ve göklere çıkmak (Hakk’a inâbe) olarak gösterir.

Necip Fazıl da sudaki hikmetleri şöyle dile getirir:

Kâinatta ne varsa suda yaşadı önce;

Üstümüzden su geçer doğunca ve ölünce.

İnsanlar habersizken yolların verâsından,

Gökle toprak arası su şaşmaz mecrâsından.

Su kesiksiz hareket, zikir, âhenk, şırıltı;

Akmayan kokar diye esrarlı bir mırıltı.

Kâh susar, kâh çırpınır, kâh ürperir, kâh çağlar;

Su, eşyayı kemiren küfe ve pasa ağlar.

Su bir şekil üstü ruh, kalıplarda gizlenen;

Yerde kire battı mı, bulutta temizlenen…

Bu dünya insanlığa mânevî hamam olsa;

Her rengiyle insanlık tek renkte tamam olsa…

Su duâdır, yakarış, ayna, berraklık, saffet;

Onun madeni gökte altınlar gibi sarf et!

Bu sebeple insan, üzerine bulaşan kirleri temizlemek sûretiyle irâdî olarak olgunluk basamaklarını çıkar ve yücelir. Belli bir makama yükseldikten sonra da; suyun yağmur olup yağdığı, akarsu olup her yere rahmet taşıdığı gibi, iç dünyasını temizlemiş insan da insanları tezkiye etme hizmetine koşar. O âdetâ bittecrübe bildiği bir hususu öğretecek bir muallim olur.

Su berraklaştıkça ayna gibi yansıtıcı olur. Bu sâfiyeti elde eden insanlar; Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i yansıtan berrak aynalar gibi, dupduru, pırıl pırıl olmalıdır. Yani su gibi hayat verici, şifâlı, ferahlatıcı ve yeşertici olmalıdır. Kurdun, kuşun, herkesin içebildiği bir sebil gibi veya insanlara ibâdet şevki veren bir şadırvan gibi olmalıdır.

Halk arasındaki şu darb-ı mesel ne güzeldir:

“Su gibi aziz ol!”

Cenâb-ı Hak, hayâtiyet sahibi her şeyi su ile yarattığını bildirir. Suda nice sırlar vardır:

“Su; yeni bitmiş, yerden başkaldırmış çayır, çimene, ekine yağar. Yahut da yıkanmamış bir yüzü yıkar, temizler. Yahut elsiz, ayaksız gemiyi hamal gibi başının üstünde taşır, denizlerde yürütür. Suda yüz binlerce ilâç gizlidir. Çünkü ekserî ilâçlar onun feyzi ile yetişen bitkilerden elde edilir. Her incinin canı, her tanenin gönlü, bir eczâhâne gibi ırmakta akar durur.”

Hakikaten, su kimyevî formülüyle basitçe iki hidrojen bir oksijen olarak bilinse de; latîf yapısı ve gerçekleştirdiği uzun yolculuğu sebebiyle, insanların ve bütün mahlûkātın ihtiyaç duyduğu gözle görülmez mineralleri de taşır. Bazen su, bu hikmetle aynı zamanda ilâç ve gıda da olur.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Eylül 2014.