Sünnet Dinin Temelidir

PEYGAMBERİMİZ

Sünnetin İslam'daki yeri ve önemi nedir? Sahabi Efendilerimiz sünnete nasıl sahip çıkmış ve onu nasıl yaşatmışlardır? İslamı yaşamada ve yaşatmada iki ana kaynaktan bir olan Sünnet'in önemi...

Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman devirlerinde Basra halkının irşâdı için bu şehirde bulunan İmrân bin Husayn -radıyallâhu anh- bir mecliste Peygamber Efendimiz’in sünnetinden bahsediyordu. Orada bulunanlardan biri ona künyesiyle hitâb ederek şöyle dedi:

“–Ey Ebâ Nüceyd! Siz bize hadisler rivâyet ediyorsunuz, biz onlar için Kur’ân’da asıl bulamıyoruz.”

İmrân Hazretleri celâllenerek, ona şöyle cevap verdi:

“–Her kırk dirhemde bir dirhemi (zekât vereceğinizi) Kur’ân’da buldunuz mu? Her şu kadar koyundan şu kadar koyun, her şu kadar deveden şu kadar deve verileceğini Kur’ân’da buldunuz mu?”

Adam;

“–Hayır.” deyince, İmrân -radıyallâhu anh-;

“–Peki, kimden öğrendiniz bunları? Bizden öğrendiniz. Biz de Allâh’ın Nebîsi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den öğrendik.” diyerek buna benzer başka misaller de zikretti. (Ebû Dâvûd, Zekât, 2/1561)

Bunun üzerine adam şöyle dedi:

“–Beni ihyâ ettin, Allah da seni ihyâ etsin!” (Hâkim, el-Müstedrek, I, 109-110)

Bu hâdisede sahâbînin ifade ettiği üzere; Fahr-i Kâinât Efendimiz’in tek vazifesi, Kur’ân-ı Kerîm’i tebliğ etmek değildi.

Peygamber Efendimiz; aynı zamanda İslâmiyet’i hem sözleriyle hem fiilleriyle öğretmek üzere, âlemlere rahmet olarak cihâna gönderildi.

Bu hakikat sebebiyle;

Kur’ân-ı Kerim’de ibâdetlerin tafsilâtları yer almadı. Bu tafsilât; Peygamber Efendimiz’e, vahy-i gayr-i metlüv / tilâvet olunmayan vahiy yoluyla bildirildi.

Bu hakikat sebebiyle;

Peygamberimiz buyurdu:

“Namazı benden gördüğünüz gibi kılın!” (Buhârî, Ezân, 18)

“Haccın ibâdet tafsilâtını benden öğrenin!” (Ahmed, III, 318, 366)

Peygamberimiz’in vazifeleri, âyet-i kerîmelerde bildirildiği üzere üç idi:

DÎNİ O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ÖĞRETİR…

  • Kur’ân âyetlerini okuyup tebliğ etmek,
  • Tezkiye etmek; yani ashâbının inançlarını ve ahlâklarını düzeltmek, günahlara karşı mukavemetlerini artırmak, onları terbiye etmek, gönüllerinde Allah’tan başkasını yani gaflete düşürecek her şeyi bertaraf edip vahyi alacak hâle getirmek ve;
  • Kitap ve Hikmeti öğretmek, yani Kur’ân’ın nasıl hayata geçirileceğine dair Sünnet-i Seniyye’yi de tâlim etmek idi. Bunun maksadı; cihandaki, insandaki ve Kur’ân’daki sırların ve hikmetlerin kalbe âşinâ hâle gelmesi idi. Nitekim sahâbe-i kiram, bu eğitimden sonra hikmetlere âşinâ oldu. Bir insanın yok kadar bir nutfeden, bir ağacın yok kadar bir tohumdan nasıl var olduğu hakikatleri üzerinde, yerlerin ve göklerin yaratılışı hakkında ve kâinattaki sonsuz kudret tezâhürleri etrafında derin derin tefekkürler başladı.

Kur’ân-ı Kerim, Rasûlullah Efendimiz’in kalbine indirildi. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Muhakkak ki o (Kur’ân), Âlemlerin Rabbinin indirdiği (kelâm-ı ilâhî)dir. Onu, Rûhu’l-Emîn; uyarıcılardan olasın diye, apaçık bir Arapça ile Sen’in kalbine indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 192-195)

Kur’ân’ın ilk ve en salâhiyetli müfessiri de Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“…Peygamber onlara;

  • İyiliği emreder,
  • Kötülüğü yasaklar,
  • Temiz şeyleri helâl kılar,
  • Pis şeyleri haram kılar…” (el-A‘râf, 157; ayr. bkz. et-Tevbe, 29)

Bugüne kadar kütüphâneleri dolduran bütün İslâmî eserler bir kitabı ve bir insanı îzâh içindir. O kitap Kur’ân-ı Azîmüşşan, o insan da üsve-i hasene bir şahsiyet olarak Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir.

Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ

“Kim Rasûl’e itaat ederse Allâh’a itaat etmiş olur…” (en-Nisâ, 80)

Hakikat bu kadar âşikâr olduğu hâlde, devrimizde; Sünnet-i Seniyye’yi dışlamaya, uydurma olduğunu iddia etmeye kalkanlar türemiştir. Bu iddiaların arkasını araştırdığımızda, dâimâ karşımıza, tarafgir müsteşrikler ve İslâm düşmanı akıl hocaları çıkmaktadır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Kasım, Sayı: 177