Ramazân-ı Şerif'in Son Dersi: Bayram

RAMAZAN ÖZEL

İrfan mektebi olan Ramazân-ı şerîfin son dersi bayramdır. Bayram imtihanını da güzelce geçebilmek için onu gaflet ve rehâvete kapılmadan, uyanık bir gönülle, tekbir, tehlil ve zikirle süslemek, gecelerini ibadetle ihyâ etmek ve getirdiği ictimâî mesʼûliyetleri îfâ etmek gerekir.

Bayram, yanık yüreklere cennet serinliği veren ilâhî bir ziyâfettir. Yine bayram, belli bir kesimin şımarıkça yaşadığı, israf çılgınlıklarıyla dolu tatil ve eğlence gibi şahsî mutluluk günleri değildir. Bilâkis, sıla-ı rahimde bulunmak, geçmişlerin ruhlarını hayırlarla şâd etmek, îman kardeşliğini cemiyet plânında yaşatmak, dargınlıkları-kırgınlıkları ortadan kaldırmak ve din kardeşleriyle kaynaşmak gibi nice ictimâî ibadetlerin îfâ edildiği, müşterek sevinç günleridir.

Bayram sevincini hak edebilmek için, bu sevinci toplum sathına ya­yabilmek; dertli, kederli ve muzdarip müʼminlerin de yüzlerini güldürüp gönüllerini ferahlatmak îcâb eder. Zira müʼminler; ferdî rahatlık endişele­rinden kurtulmadıkça, nefsânî menfaat düşüncelerinden sıyrılmadıkça, yani nefislerini aşıp ictimâîleşme­dikçe, kemâle ermiş sayılmazlar.

Kâmil bir müʼmin, yalnız kendi evini aydınlatan bir kandil değil; bütün yeryüzünde, dünyası kararmışların başını cömert ziyâsıyla okşayan, ruhları üşümüş garipleri müşfik sıcaklığıyla saran bir şefkat ve merhamet güneşi hâlinde, insanlığın fazîlet semâsında parlamalıdır. Zira gerçek bayram saâdeti­nin seyredileceği en berrak ayna, bayram ettirilen kırık gönüllerdir.

Yûnus Emre Hazretleri bu sırrı ne güzel hulâsa etmiş:

Ben gelmedim dâvî için,

Benim işim sevi için,

Dostʼun evi gönüllerdir,

Gönüller yapmaya geldim.

Hak dostları da; “Gerçek bayram, yeni elbise giyene değil; Allâh’ın azâbından emîn olanadır.” diyerek asıl bayramın, garip gönüllerden yükselen hayır duâlarıyla “En Yüce Dost”un huzuruna çıkabilmek ve “Dost ile bayram kılabilmek” olduğunu ifâde etmişlerdir.

Dolayısıyla Ramazan bayramını, âhiretteki ilâhî vuslat bayramının daha bu dünyadaki temsîlî bir başlangıcı mâhiyetinde yaşamalıyız.

Zira gâfilleri uyandıracak, muzdaripleri sevindirecek, insanlığı İslâm’ın güler yüzüyle tebessüm ettirecek hakikî bayram; gönüllerini rahmet dergâhı hâline getirmiş olan Hak dostlarının kalbî dokusundan hisse alabilen, zarif, rakik ve yüksek ruhların kârıdır.

Şunu da unutmayalım ki, geçen Ramazanda hayatta olan dost ve ak­rabâmızdan bâzıları artık aramızda değiller. Geçen Ramazan, onların son Ra­mazanıydı. Bizler de bu gufrân ayını son Ramazanımız olabileceği şuuruyla değerlendirip ondan tertemiz çıkmaya gayret etmeliyiz. Zira hepimiz, ilâhî imtihan sahası olan bu cihan mektebinin talebeleriyiz. Tahsilimiz, ecel ile sona erecek, amellerimizle toprağa gömüleceğiz. Sonra ebedî bir hayat başlayacak. Orada dünya mektebinin karnesini alacağız. “Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.”(İsrâ, 14) buyrulacak.

Bu sebeple zâhiren ne kadar uzun görünse de, ebedî hayat yanında bir aylık Ramazandan da kısa olan fânî ömrümüzü, ilâhî af şehâdetnâmesi­ni alabilecek keyfiyette değerlendirmeye gayret edelim. Ramazan terbiyesi altında kazandığımız mânevî kıymetleri Ramazanʼdan sonra da kaybetmeyelim. Îman ve amel-i sâlih hayatını belli günlere has bir merâsim zannetmeyelim.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi / Sayı: 306, İrfan Mektebi Ramazân-ı Şerif