Senenin Kalbi: Ramazan-ı Şerif

RAMAZAN ÖZEL

Bizler Ramazân-ı Şerîf’in, senenin âdeta kalbi mevkiinde olduğunu unutmamalıyız. Ramazan’da elde ettiğimiz kulluk kıvamından fire vermemeli; geçen Ramazan’ı gelecek Ramazan’a daha da artan bir gönül vecdiyle bağlamaya gayret etmeliyiz. Şüphesiz ki buna muvaffak olan bir mü’minin, bütün bir yılı Ramazan rûhâniyetiyle dolu geçecektir. Peki, o hâlde ne yapmalı ve nelere dikkat etmeliyiz ki Ramazân-ı Şerîf’in feyz ve rûhâniyetini bütün bir sene yaşayabilelim?

Evvelâ; orucun sabrını, riyâzatını bütün zamanlara taşır, nefsimizi oburluktan, israftan, ihtirastan, öfkeden, kötülüklerden korursak, Ramazan’ın hakîkatini devam ettirmiş oluruz.

Nitekim Ramazan bayramı biter bitmez hemen altı günlük Şevvâl oruçlarının müstehab kılınması, bir taraftan vücudu kademe kademe normal düzenine alıştırmaya vesîle olurken, asıl olarak Ramazan’daki oruç rûhâniyetini nâfilelerle devam ettirmenin bir telkînidir. Durumu müsâit olanlar için Kamerî ayların on üç, on dört ve on beşinci günleriyle, haftanın Pa­zar­te­si ve Perşembe günleri oruç tutmak da böyle fazîletlidir.

Zira oruç, bir sabır tâlimidir. Sabır, mü’min için her zaman ve her hususta gereklidir: İbadette devamlılık için sabır… İsyâna karşı sabır… Nefsânî arzulara karşı sabır… Belâ ve musîbetlere karşı; gönüldeki hamd, şükür ve rızâ hâlini zedelememek için sabır… Varlıkta, nefsânî arzulara temâyülün arttığı bol imkânlar içinde; gaflete dalmamak ve ayağın kaymaması için sabır… Yoklukta, fakirliğin küfre yaklaştığı hengâmda îtikâdı sarsmamak, haram yollara tevessül etmemek, şikâyeti unutmak için sabır… Zira Cenâb-ı Hak; “…Sabredenleri müjdele!” buyuruyor. (el-Bakara, 155)

İNSANA EN ÇOK TESİR EDEN İKİ MÜESSİR

Diğer taraftan, insana en çok tesir eden iki müessir vardır: Bunların biri, beraber bulunduğu kimselerin mânevî keyfiyeti, diğeri de gıdâsının helâllik derecesidir. Biz de Ramazan orucunu tutarken gösterdiğimiz “helâl gıdâdan dahî sakınma” hassâsiyetini, sâir zamanlarda bütün haram, mekruh ve şüphelilere karşı gösterebilirsek, Ramazan şuuru bizde devam etmiş olur.

Nasıl ki oruçluyken yeme-içmeden kendimizi men ettiysek, Ramazan’dan sonra da bütün haramlara, günahlara karşı rûhen oruçlu olmalıyız. Ağzımıza giren lokmalara ve ağzımızdan çıkan her kelimeye dikkat etmeliyiz. Dilimizi; bilhassa yalan, dedikodu, gıybet ve mâlâyânî sözlerden alıkoymalıyız.

Yine oruçluyken ağzımızı gıdalara kapattığımız gibi, gönlümüzü de her zaman nifak, riyâ, ucub, gurur, kibir, şükürsüzlük, haset ve ihtiraslara kapalı tutmalıyız. Gözümüzü haramlara, Allâh’ın yasak kıldığı görüntülere kapatmalıyız. Kulağımızı, Kur’ân ve Sünnet’in hoş görmediği bütün çirkin seslere ve boş sözlere kapalı tutmalıyız.

Sahurlardaki uyanıklığı, bütün seherlere yayabilirsek, yani teheccüd, zikrullah ve istiğfarla müzeyyen bir seher alışkanlığı kazanabilirsek, Ramazan’ın gönül feyzini korumuş oluruz.

HER GÖRDÜĞÜNÜ HIZIR, HER GECEYİ KADİR BİL!

Ramazân-ı Şerîf’te Kadir Gecesi’ni aradığımız gibi, “Her gördüğünü Hızır, her geceni Kadir bil” düstûrunca, her gecenin kadrini bilirsek, bütün bir sene Ramazan rûhâniyetiyle yaşarız.

Terâvihlerdeki câmiye koşma azmini, sene boyunca cemaate devam aşkına dönüştürebilirsek, Ramazân-ı Şerîf’in mânâ iklimini gönlümüzde her dâim tâze tutmuş oluruz.

Ramazan’da mukâbeleler okuyup Kur’ân-ı Kerîm ile ünsiyetimizi artırdığımız gibi, sonraki aylarda da Kur’ân ikliminde yaşamaya devam edersek, Ramazan’ın mânâ ve mâhiyetini gönlümüzde devam ettirmiş oluruz.

Sadaka ve infaklar, hayat boyu Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına nâil olabilmek için her dâim açık bir kapıdır. Ramazan’daki zekât, fitre ve sâir infakları îfâ edebilme heyecanını diğer aylarda da sergileyebilirsek, cimrilik ve hodgâmlıktan sakınıp Allah yolunda cömertçe hizmet ve fedakârlıklarda bulunabilirsek, fakir-fukarâyı unutmayıp bilâkis onları kendimize zimmetli olarak görebilir ve onlara şefkat ve merhametimizi artırabilirsek; Ramazan’ın rahmet iklimini devam ettirmiş oluruz.

Bu hususta merhum pederim Mûsâ Efendi (r.aleyh) şöyle buyururlardı:

“Evlâdım, mutlakâ riyâzat hâlinde (iktisâda riâyet ederek) yaşayın ve Allâh’ın verdiklerini, yine Allah için infâk edin! Riyâzat hâliniz sadece üç aylara ve Ramazan’a mahsus olmasın! Onu, hayatınızın her safhasına yayın ve ihtiyaç fazlasını Allah yolunda infâk edin!..”

TEK ENGEL NEFSİMİZ

Ramazan’da şeytanlar zincire vurulur. Kulun önünde tek engel nefsi kalır. Ramazan’dan sonra ise kulu Rabbinden uzaklaştırmaya çalışan şeytanların zincirleri çözülür. Lâkin bizler, günahlardan uzak durup, nefs ve şeytanın desiselerine karşı dâimâ teyakkuz hâlinde bulunabilirsek, Ramazan’daki kalbî rikkatimizi kaybetmemiş oluruz.

Nitekim âyet-i kerîmede:

“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni tahrik edecek olursa hemen Allâh’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.” (Fussilet, 36) buyrulmaktadır.

Velhâsıl bütün bu hassâsiyetleri kendimize ne kadar hayat düstûru edinebilirsek, Ramazân-ı Şerîfimizi de o derece makbul bir şekilde ihyâ edebilmişiz demektir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 365. Sayı, Temmuz 2016