Seher Vakti Zikir Çekmek

HAYATIMIZ

Geceden nasip alabilmek, “istiğfâr” ile başlar; tevhîd, salevât-ı şerîfe ve zikrin rûhâniyetine bürünmekle devâm eder. Seherlerdeki zikir, yâni kulun Mevlâ’sı ile buluşması, kalbin ihyâsı bakımından bulunmaz bir fırsat ve ihmâl edilemez bir ihtiyaçtır. Zira cesedimizin maddî gıdâya ihtiyâcı olduğu gibi, rûhumuzun da mânevî gıdâya ihtiyâcı vardır. Cenâb-ı Hak, seherlerde îfâ edilen zikre, sâir zamanlardakinden daha fazla kıymet vermektedir.

SEHERLERDE YAPILAN ZİKİR

Seherlerde çekilen evrâd ü ezkâr, yâni gönlün Rabbi ile berâber olması, kalbin ihyâsı bakımından çok mühimdir. Hak dostları “Virdi olmayanın vâridi olmaz.” buyurmuşlardır. Yani düzenli bir şekilde zikirden nasibi olmayanın, gönlüne ilâhî füyûzât ve sünûhât lutfedilmez demektir.

Bütün evrâd ü ezkârın üzerine binâ edildiği en önemli virdimiz; sahih bir îtikad, huşû üzere bir ibadet hayatı ve Allah Rasûlü’nün üsve-i hasene (en güzel bir model) olarak bizlere takdim edilen hayatını kendimize esas almaktır.

Cenâb-ı Hak, yarattığı canlı-cansız bütün mahlûkâtına kendini tanıtmış ve onları dâimî bir sûrette zikir ile vazifelendirmiştir. Bu sebeple bütün varlıklar, yaratılışları muktezâsınca kendi hâllerine mahsus bir sûretle Rab’lerini tanırlar ve O’nu zikrederler.

GAFLETTEN EN UZAK MAHLÛK

Muhyiddîn-i Arabî -kuddise sirruh- da bu hususta şöyle buyurur:

“Bütün varlıklar kendilerine has bir sûrette Allâh’ı zikrederler. Fakat bu hususta varlıklar farklı seviyelerdedir:

  • Mahlûkât içinde gafletten en uzak olanı cemâdâttır. Çünkü onlar, yemek-içmek, hava teneffüs etmek gibi ihtiyaçlardan müstağnîdirler.
  • Cemâdattan sonra nebâtat gelir ki, ihtiyaç başlar. Zira, toprak, su ve güneşten aldıkları gıdâları ilâhî tâyinle terkîb edip rengârenk çiçekler, yapraklar ve meyveler vücûda getirirler.
  • Daha sonra hayvânât gelir. Bunların hayatî fonksiyonları nebâtâttan daha mütekâmildir. Bundan dolayı ihtiyaçları çoğalmıştır. Nefsâniyet artmıştır.
  • İnsanın ihtiyaçları ise bitmek tükenmek bilmez. Benlik, nefsânî hayaller ve dünyevî ihtiraslar onu devamlı gaflete sevk eder.”

GÖKLERDE VE YERDE NE VARSA ALLAH'I ZİKREDER

Kâinât sayfalarındaki esrar ve hikmeti gerçek anlamıyla idrâk edebilmek, ancak gönül âleminde derinleşmeye bağlı bir keyfiyettir. Gönül gözüyle yeryüzüne ve semâya nazar eden bir mü’min, kalbinin bambaşka bir hissiyât ile dolduğunu fark eder. Kur’ân-ı Kerîm, göklerde ve yerde zerreden kürreye her şeyin Hâlık’ını zikr u tesbîhte bulunduğunu îlân etmektedir. Nitekim âyet-i kerîmelerde göklerin, yerin, dağların, ağaçların, çimenlerin, güneşin, ayın, yıldız ve yıldırımların, hayvanların, yuvarlanan taşların, hattâ yere düşen sağlı sollu gölgelerin sabah-akşam secde ettiği şöyle bildirilir:

“Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah-akşam, ister-istemez, sadece Allâh’a secde ederler.” (er-Ra’d, 15)

“Allâh’ın yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mi? Onun gölgeleri, küçülerek ve Allâh’a secde ederek sağa sola döner.” (en-Nahl, 48)

Âyet-i kerîmeler, önümüze son derece ihtişamlı bir manzara seriyor. Bu manzarada secdeler, gölgelerin de iştirâkiyle çift hâldedir. Yâni biri varlığın; diğeri de o varlığın gölgesinin olmak üzere aynı anda çift secde... Kâinâtın her zerresi, isteyerek ya da istemeyerek hep birlikte Rabb’e ibâdet için secdeye varmış ve kendisini Hâlık’ının huzûrunda vazifesini îfâ etmeye vermiş...

ALLAH'TAN BAŞKA İLÂH EDİNEN GÂFİLLER

Allah’tan başka ilâhlar edinen gâfiller de bilmezler ki, putlaştırdıkları eşyânın gölgesine varıncaya kadar bütün varlık, aslında o inkâr ettikleri Allâh’a yönelmiş hâlde ve Rabb’in bütün kâinâta koyduğu nizâma tâbî durumdadır! Bu ne büyük aldanış ve ziyandır!

Yine âyetlerde gölgelerden, eşyâdan, canlılardan ve meleklerden müteşekkil bir sahne tasvîr ediliyor. Hepsi bir ibâdet vecdiyle ve huşû içinde vazîfesini îfâ ediyor. Allâh’a ibâdet etmekten kaçınıp, emrine muhâlefet etmek bedbahtlığı ise yalnızca insanoğlunun şaşkın gâfillerine âit bir keyfiyet olarak kalıyor. Âyet-i kerîmeler, bütün mahlûkâtın ve hattâ gölgelerinin bile Rab’lerine boyun büküşünü, bu gâfillerle âdeta istihzâ edercesine yüzlerine çarpıyor.

KÂİNATI İBRET NAZARIYLA SEYRETMEK

Gerçekten etrafımızı ibret nazarıyla seyredersek, ufukların derinliklerine doğru uzanan göklerin yerlere kapanışı, dağların uzanışları ne değişik bir secde hâlidir. Ağaçların, çiçek ve çimenlerin, hayvanların ve insanların, sağdan soldan topraklara düşen gölgeleri, o heyecanlı secde hâlini ne güzel sergiler. Sanki toprak her varlığın gölgesinin bir seccâdesidir. Yağmur hâdisesi de, sanki bir semâvî ağlayış, çakan şimşeklerin arkasından gelen gök gürültüleri, semânın sînesinden fışkıran âşikâre feryatlardır.

Yerdeki ve göklerdeki mahlûkâtın hâlleri, duyarlı bir yürek için ne müthiş bir irşaddır. En küçük bir böceğin iğne ucu kadar kalbindeki niyazlarından, tâ cesim ve haşmetli hayvanların kükreyişlerine kadar hepsi ilâhî kudret akışlarının ayrı ayrı tezâhürleridir.

Bülbüllerin bir damlacık yüreklerinden dökülen feryat nağmeleri, kumrulardan yayılan “hû, hû”lar, leyleklerin “lek, lek”leri, alıcı gönüller için ne duygulu tesbihlerdir. Hak Teâlâ âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

“Görmez misin ki; göklerde ve yerde olanlar güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allâh’a secde ediyor…” (el-Hacc, 18)

ALLAH'I ZİKRETMEYENLER AZÂBA DÛÇAR OLACAKLAR

Görüldüğü gibi varlıklar ve hattâ cemâdât, hep tesbihât hâlindedir. Ne yazık ki insanların bir kısmı Allâh’ın zikrinden gâfil kalmaları sebebi ile azâba dûçâr olacaklardır. Gerçekten cihandaki zerrelerden kürrelere kadar her şey Hâlık’ını tanımakta, kuşlar bile ibâdet ve niyazlarını bilmekte, dağlar, dereler zikr u tesbîhe devam etmektedir. Hâl böyleyken kâinâtın bu ihtişamlı zikir, tesbih ve ibâdet programı karşısında bile insanın intibâha gelmemesi ve bu ibretli manzaradan hisse alamayıp alık ve abus bir hâlde Hakk’ın zikrinden mahrum kalması, insanlık haysiyetiyle bağdaşmayan ne acı bir kayıptır.

Şüphesiz ki, ilâhî ünsiyetin yolu, kulun Rabbini unutmamasıdır. Basîret sahibi mü’minler hangi yöne baksalar O’nun zikir nûrunu; neye kulak verseler O’nun tesbih nağmelerini dinlerler.

Bizler de bu dünya hayâtında Rabbimizi ne kadar anarsak yarın ukbâda ilâhî vuslata o seviyede vâsıl oluruz.

İMAN İLE ÖLÜP HUZURA KAVUŞMANIN YOLU

Temiz bir vicdanla yaşamanın, îmanla ölüp ebedî huzur ve safâya kavuşmanın yolu Rabbi unutmamaktır. Zira âyet-i kerîmenin de ifadesiyle; “Kalpler ancak zikrullâh ile itmi’nâna (hakîkî huzura) erişir.” (er-Ra’d, 28)

Rabbini unutanın ömrü, bir gaflet girdabında ziyan olur gider. O gafletten ancak ölümle uyanılır. Lâkin o vakit her şey bitmiş ve büyük bir hüsranın içine düşülmüş olur.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (el-Haşr, 19)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Yolculuğu, Erkam Yayınları