Savaşa İzin Veren Ayet ve Hadisler

Siyer-i Nebî

Cihad ne demektir? Allah müşriklerle savaşa / cihada neden izin verdi? Savaşa izin verilmesi ile ilgili ayet ve hadisler.

Şer’î hükümleri tatbik eden ve yeryüzünde İslâm’ın hedeflerinin gerçekleşmesi için gayret eden âdil bir nizâmın tesis edilmesi için Allah yolunda savaşmaya “Cihâd” ismi verilir. Bu şer’î bir ıstılahtır.

Mekke devrinde Müslümanların, müşriklere kuvvetle karşılık vermelerine ve onlara karşı silahlarını almalarına izin verilmedi. O zamanki parola:

“Ellerinizi (muharebeden) çekin, namazı kılın ve zekât verin!” (en-Nisâ, 77) idi. Zira yeni dâvetin yeşermesi ve kuvvet kazanması lâzımdı. Hikmet, Müslümanların müşriklerin eziyetleri karşısında sabretmelerini ve kendi mâneviyatlarını kuvvetlendirip îmânlarını artırmalarını gerektiriyordu. Bunu da ibâdet, nefis mücâhedesi ve yeni yeni insanları İslâm’a dâvet ederek Müslümanların sayısını artırmak sûretiyle yapacaklardı.

ALLAH MÜŞRİKLERLE SAVAŞA / CİHADA NEDEN İZİN VERDİ?

1) Müslümanlar hicret edip güçlenince ve idâresine hâkim oldukları bir toprakları olunca, Allah Teâlâ evvelâ, nefislerini müdâfaa için cihada izin verdi:

“Kendileriyle savaşılanlara (mü’minlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle (savaş husûsunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak sûrette kâdirdir. Onlar, başka değil, sırf «Rabbimiz Allah’tır.» dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları(n kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defetmeseydi, mutlak sûrette, içlerinde Allah’ın ismi çokça zikredilen manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (dînine) yardım edenlere muhakkak sûrette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, gâliptir.” (el-Hac, 39-40)

2) İkinci merhalede Müslümanlara, nefislerini ve akidelerini müdâfaa için harbe izin verildi:

“Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın! Fakat haddi aşmayın! Muhakkak ki Allah, haksız yere saldıranları sevmez.” (el-Bakara, 190)

Cihâd; hak, adâlet ve rahmet vasıflarıyla diğer harplerden ayrılır:

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tâğut (Allah’a karşı taşkınlık yapan ins ve cin şeytanları) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.” (en-Nisâ, 76)

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bir ordu veya seriyyenin başına bir kumandan tâyin ettiklerinde husûsiyle ona takvâyı, Allah’tan korkmasını, yanındaki Müslümanlara da hep hayırla muâmele etmesini tavsiye ederlerdi. Sonra da şöyle buyururlardı:

“Allah’ın ismiyle, Allah’ın yolunda gazâ ediniz! Allah’ı inkâr edenlerle çarpışınız! Gazâ ediniz ama ganimet mallarına hıyânette bulunmayınız, zulmetmeyiniz, müsle yapmayınız (kulak, burun gibi âzâları keserek işkence etmeyiniz) ve çocukları öldürmeyiniz! (Müslim, Cihâd, 3; Ahmed, V, 352, 358)

3) Üçüncü merhalede müşriklerle savaşmak, lüzûmu hâlinde harbe ilk başlayan olmak emredildi. Bu, müşrik kuvvetlerin, İslâm akidesinin yayılması önüne koydukları engelleri bertaraf etmek; İslâm’ın, herhangi bir mânia olmadan rahatça yayılmasını sağlamak ve onun yeryüzünde en yüce din olmasını sağlamak içindir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.” (el-Enfâl, 39)

“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (el-Bakara, 216)

“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Rasûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dînini din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın!” (et-Tevbe, 29)

Cihâd, İslâm’ın en bâriz, en mühim farzlarından biridir. Cihâd, dünyanın her tarafında insanların din seçme hürriyetlerini sağlamak, bu hürriyeti destekleyecek askerî ve siyâsî kuvveti oluşturmak ve yeni Müslümanları himâye etmek için yapılır.

İnsanlar hiçbir zaman İslâm’ı kabul etmeye zorlanmazlar. İsteyen, İslâm toplumunun içinde bile yahûdi ve hristiyan olarak kalabilir. Lâkin İslâm’ı îlân edebilmek, onu güçlendirmek ve Müslümanları himâye edebilmek için dünyadaki diğer siyâsî ve askerî kuvvetlerden üstün olmak îcâb eder. Bugün hükûmetler, halklarını İslâm’a girmekten menediyor, kasıtlı olarak yanlış telkinlerde bulunuyor ve Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak için çalışmalar yapıyorlar.

Cihâd, belli bir zaman için ve âcil durumlar sebebiyle farz kılınmış değildir, dâimî bir farzdır. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyururlar:

“Kıyamet gününe kadar atların alınlarına hayır bağlanmıştır.” (Buhârî, Cihâd 43, Menâkıb 28; Müslim, İmâre 96-99, Zekât 25)

“Kim gazâ etmeden ve gazâya niyet edip (hazırlık yapmadan) vefât ederse nifaktan bir şûbe üzere vefât etmiş olur.” (Müslim, İmâre, 158)

Fıkıh kitaplarımız namaz, oruç, zekât gibi mevzulara birer bölüm ayırdığı gibi cihâd ile alâkalı meseleleri de müstakil bir bölümde tafsîlâtıyla işler ki bu da onun farziyetinin devamına delildir.

İslâmî cihâd, sâdece müdâfaa için değildir, İslâm’ın yayılmasının önündeki engelleri kaldırmak için de yapılır.

Sulh imkânı olduğu müddetçe, gayr-i müslimlerin zimmet akdini kabul etmeleri şartıyla öncelikle sulh kabul edilir. Zîrâ İslâm, sulh zamanlarında dâimâ harp zamanlarından daha hızlı yayılmıştır.

İslâmî fetihler, herhangi bir dünyevî menfaat için değil, dâima bir ibâdet neşvesiyle yapılmıştır. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.v):

“İşin başı İslâm, direği namaz, zirvesi cihâddır.” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Îmân 8/2616; İbn-i Mâce, Fiten 12)

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.