Salihlerin Ramazan Ayı Duası

RAMAZAN ÖZEL

Hak dostlarının en büyük gayret ve himmetleri, ilâhî hakîkatlerden uzak düşmüş hasta ve gâfil kalpleri İslâm ve îmânın nûruyla ebedî şifaya kavuşturmak, müʼminlerin mahzun ve mağmum gönüllerini ise şefkat ve merhametle ihyâ etmekten ibârettir.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyurur:

“Ramazan ayının kadri o kadar yücedir ki sonu yoktur. Bu ayda olan birlik ve beraberlik, yıl boyu sürecek birlik ve beraberliğe vesîledir. Aynı şekilde bu aydaki ayrılık, yıl boyu sürecek ayrılığın sebebidir. Ne mutlu o kimseye ki, Ramazan ayı kendisinden râzı olarak ayrılır.

Yazıklar olsun o kimseye ki, Ramazan ayı kendisine dargın gider. Dolayısıyla bereketlere ermesine mânî olur, hayırlardan mahrum kalır.”

Ramazân-ı Şerîf, zamanlar içinde bir fasl-ı bahardır, yani bütün bir yılın mânevî bahârıdır. Zira o, Kurʼânʼın nâzil olmasıyla müstesnâ bir kıymet kazanmış, içinde bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesiʼni bulunduran, af ve mağfiret kapılarının ardına dek açıldığı, mânevî bereketlerle dolu bir zamandır. Ruhlara refahlık veren bu aydaki “birlik ve beraberlik”, yani Cenâb-ı Hakʼla gönül birlikteliği, bütün bir yıla yansıyan müstesnâ bir mânevî kazançtır.

Bundan dolayıdır ki Ramazan’daki ibadetlerimizin kabûlünün delîli; Ramazan’dan sonraki hâl ve istikâmetimizdir. Bu mübârek ayda gönlünü Allâhʼa, bedenini ibadete vererek, oruç, terâvih, Kurʼân-ı Kerîm, zikir, istiğfar, fitre, zekât, şefkat ve merhamet dolu hizmet ve fedakârlıklarla vakitlerini güzelce ihyâ edenler, bütün bir yıl bunun bereketine nâil olurlar. Fakat bu mübârek zamana bîgâne kalarak ilâhî rahmetten uzaklaşanlar, yine bütün bir yıl, bu ayrılık ve duyarsızlığın hüsrânına dûçâr olurlar.

RAMAZAN’DA DA BAĞIŞLANMAZSAK, PEKİ YA NE ZAMAN?

Nitekim Peygamber Efendimiz –sallâllahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Cebrâîl –aleyhisselâm- bana göründü ve; «Ramazân’a erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi. Ben de «Âmîn!» dedim…” (Hâkim, IV, 170/7256; Tirmizî, Deavât, 100/3545)

Diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulur: “…Ramazân’ı idrâk edip de bağışlanamamış olan kimseye yazıklar olsun. Kişi Ramazan’da da bağışlanamazsa, peki ya ne zaman bağışlanacak?!” (İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 270; Heysemî, Mecma, III, 143)

Bunun içindir ki ârif müʼminler nazarında Ramazân-ı Şerîfʼin ihyâsı, son derece mühim bir meseledir. Nitekim Muallâ bin Fadl şöyle demiştir: “Selef-i sâlihîn (geçmişteki sâlih zâtlar), Cenâb-ı Hakk’a altı ay kendilerini Ramazân’a ulaştırması için duâ ederlerdi. Geri kalan altı ayda da idrâk ettikleri Ramazân’ı kabûl buyurması için duâ ederlerdi.” (Kıvâmu’s-Sünne, et-Terğîb ve’t-Terhîb, II, 354)

MÂNEVÎ EĞİTİM AYI

Öte yandan Ramazân-ı Şerîf, tutulan oruçlarla açlık ve âcizliği tattırarak muhtaçların hâlinden daha iyi anlamayı sağlayan bir mânevî eğitimdir. Nitekim Cenâb-ı Hak, iffetlerinden dolayı istemekten hayâ eden muhtaçların hâlinden anlayıp imkânımız nisbetinde yardımlarına koşmamız için âyet-i kerîmede; “…Sen onları sîmâlarından tanırsın...” (el-Bakara, 273) buyurmaktadır. Yani şefkat, merhamet, cömertlik ve fedâkârlık duygularında, gönüllerimizin bu yüksek seviyeye ulaşmasını istemektedir.

İşte Ramazân-ı Şerîf, etrafımızdaki yoksul, kimsesiz ve bîçârelerin bize zimmetli olduğunu telkin eden bir mârifet mektebidir.

MUTFAK OLMAYAN EVLER

Bilhassa Ramazân-ı Şerîfʼte, gariplere ve fukarâya karşı mesʼûliyetlerimize dâir vicdan muhâsebesinde bulunmak için, şu kıssa ne ibretli bir misaldir: Sultan III. Mustafa bir Ramazan ayında Şeyhülislâm Mehmed Emin Efendiʼnin konağına iftara gider.

Konuşma esnâsında: “–Efendi, arada bir size gelmek isterim ama, konağınız pek uzak yerde.” der. Mehmed Emin Efendi de: “–Sâyenizde yakın yerlerde bir ev tedârik etmem mümkündür, lâkin gördüğünüz şu civardaki hânelerin hiçbirinde mutfak yoktur.” karşılığını verir.

Bu söz Pâdişâh’ın tuhafına gider: “–Ne acâyip şey, bu evlerde yemek pişirmezler mi?” diye sorunca Şeyhülislâm Efendi: “–Cümlesinin sabah ve akşam yemekleri fakirhâneden gider. Onun için buradan ayrılmak istemem.” cevâbını verir.

İşte Ramazân-ı Şerîf, böylesine rakik bir kalp ve diğergâm bir ruhla idrâk edildiği takdirde, kulun Allah katındaki en güzel şâhitlerinden biri olacaktır. Bu bakımdan, Ramazânʼı lâyıkıyla ihyâ edip onu kendimizden râzı ederek uğurlayabilmek ve onda kazandığımız mânevî kıymetleri kaybetmeden gelecek senenin Ramazân’ına ulaşabilmek, dolayısıyla hayatımızı dâimî bir Ramazan rûhâniyeti içinde yaşayabilmek, büyük bir saâdettir. Gerçek bir bayram da, esâsen bu saâdetin bir tezâhürüdür.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler İmam-ı Rabbani, Erkam Yayınları