Sâlih ve Sâliha Ebeveynin Evlâtlarına Karşı Vazifeleri

ÇOCUĞUMUZ

Evlât terbiyesinde anne-babanın en temel sorumlulukları nelerdir? İşte 13 maddede ebeveynlerin evlâtlarına karşı en mühim vazifeleri...

Hazret-i Mevlânâ; rivâyete göre bir gün kızı Melike Hatun’un, hizmetçisini azarladığını gördü. Ona şöyle nasihat etti:

“–Onu niçin incitiyorsun? Acaba o hanım, sen hizmetçi olsaydın ne yapardın?

Kızım, Allah’tan başka hiç kimsenin gerçek mânâda kulu-kölesi yoktur. Sana hizmette bulunanlar, asla hizmetçilerimiz değil hepsi de ancak kardeşlerimizdir.” (Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, c. I, s. 626)

SÂLİH VE SÂLİHA EBEVEYNİN EVLÂTLARINA KARŞI VAZİFELERİ

Evlâtların Hakkı

Evlâtlar, anne-babalarına emânettir. Anne-babalar da evlâtlara emânettir. Birbirleri üzerinde ve birbirlerine karşı hak ve vazifeleri vardır.

Bilhassa evlâtlar, anne-babalarının fânî hayatlarından sonra da devam eden parçaları olduğu için; evlâtları güzelce yetiştirmek ve onlara ihtimam göstermek, fıtrî bir husûsiyettir.

Mevlânâ Hazretleri, nesil endişesi de diyebileceğimiz bu fıtrî arzuyu şöyle îzâh eder:

“«Çocuk babasının sırrıdır.» buyurulmuştur. Bu mânâ dolayısıyladır ki halk, çocuklarına kendi sıfatlarını öğretirler. Onların bedenleri toprağa girip gözden kaybolunca, bu sıfatlarla bu mânâların dünyada kalmasını dilerler. Allah Teâlâ, istîdâdı olan her çocuğun olgunlaşması için, akıl almaz hikmetine bağlı olarak çocuklarının iyi yetiştirilmesi gayesi ile babalara ciddî bir hırs ve arzu vermiştir.”

Evlâtlar boş birer kaset gibidir. Onları makbul bir îman, sâlih amel ve güzel ahlâk ile doldurmak, anne-babalarının vazifesidir.

Bu vesile ile anne-babalarının vazifelerine dair şu hususları hatırlayalım:

Anne-Babanın Vazifeleri

  1. Evlâda güzel bir isim vermelidir. Zira isim müsemmâyı, isimlendirileni çeker. Yani bir çocuğa konulan ismin mânâsı, o çocukta kendini gösterir.

Efendimiz buyurur:

“Sizler kıyâmet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Öyleyse isimlerinizi güzel yapın.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 69)

Peygamberimiz; sert, şedit, kötü ve iddialı isimleri, hayırlı ve güzel isimlerle değiştirmiştir.

“Hazret-i Peygamber bir gün bir dişi deve getirtir ve onu kim sağacak diye sorar. Bu işe tâlip olan iki kişinin isimlerinin Mürre (acı) olduğunu öğrenince onlara;

«–Oturun!» der. Üçüncü kişi de adının Cemre (kor hâlindeki ateş) olduğunu söyler. Ona da;

«–Otur!» der. Sonra adının Yaîş (Yaşar) olduğunu söyleyen sahâbîye bu vazîfeyi verir.” (Taberânî, Mûcem, XXII, 277; Muvatta’, İsti’zân, 24)

Günümüzde, maalesef evlâtlara hiçbir mânevî tedâîsi olmayan, mânâsız yahut sert ve haşin isimler maalesef sırf cafcaflı bir telâffuz sebebiyle konulabilmektedir. Meselâ moda hâlinde hatalı olarak yaygınlaşan Kaya, Hicran (ayrılık), Aleyna (üstümüze) ve emsalleri...

Evlâtlara Peygamberler, ezvâc-ı tâhirât, sahâbîler ve Hak dostlarının güzel isimlerini, yine Kur’ân-ı Kerim’de methedilen vasıfları ve güzel tedâîsi olan isimleri koymamız îcâb eder.

  1. Dînî tahsile birinci derecede ehemmiyet vermek îmânın muktezâsıdır. Çocuğa bir imtihan dershânesinde olduğumuzu telkin etmemiz îcâb eder.

Günümüzde bu tahsili kazandırmanın en ideal yolu, Kur’ân kursları ve imam hatip ortaokulu ve liseleridir. Başka dünyevî gayelerle, dünyevî / meslekî istikbal endişesiyle, bu mektepler yerine, hocalar ve arkadaşlar bakımından menfî şartlar içindeki başka okulları seçmek anne-babalar için vebaldir.

Unutmamalıdır ki, esas hayat âhirettir. Esas istikbal de âhiret hayatıdır. Esas tahsil de mârifetullah tahsilidir.

Dünya hayatında 30-40 sene gerçekleştirilecek bir meslek için 15-20 sene masraflı bir tahsili göze alan anne-babaların, evlâtlarının ebedî hayatları için ne kadar tahsil ve terbiye gerektiğini, bununla mîzân etmeleri îcâb eder. Hâl böyleyken bir aylık yaz Kur’ân kurslarını kâfî görmek, Allah muhafaza, Kur’ânî ve İslâmî eğitimi hafife almak gibi büyük bir kusur olur.

Kur’ân’ın nüzûlü ve sahâbenin bu terbiyeyle yetişmesi, âyet âyet tatbik edilerek 23 sene sürmüştür. İslâm’da ilim ve tahsil, beşikten mezara kadar sürer.

Devrimizde, dînî eğitim etrafında da maalesef modernizm ve tarihselcilik gibi fitneler bulunduğundan, evlâtların dînî tahsili kimden aldığına da dikkat etmek zarûrîdir.

Rasûlullah Efendimiz, Abdullah bin Ömer radıyallahu anh’a şöyle buyurmuştur:

“Ey İbn-i Ömer! Dînine iyi sarıl, dînine iyi sarıl! Zira o senin hem etin hem kanındır. Dînini kimden öğrendiğine iyi dikkat et! Dînî ilimleri ve hükümleri, istikamet ehli âlimlerden al, sağa-sola meyledenlerden alma!” (Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye, el-Medînetü’l-Münevvere, el-Mektebetü’l-İlmiyye, s. 121)

  1. Anne ve baba, evlâdına örnek olacak davranış güzellikleri sergilemelidir. Bunun zıddı, münakaşalı ve kavgalı ortamda yetişen çocuk huysuzlaşır, hırçınlaşır. Huzurlu ve dengeli bir ortamda ise güzel huylar kazanır ve terbiye ile büyür.
  2. Çocukların davranışları kendilerine hissettirilmeden kontrol edilmelidir. Göz önünde yapmadıkları kabahatleri, gizli ve tenha yerlerde işlemelerine meydan verilmemelidir.

Bir anne-babanın; “Ben evlâdımı imam hatip lisesine gönderdim. Böylece üzerime düşen vazifeyi yaptım!” diyerek bir kenara çekilmesi ve evlâdının terbiyesi husûsunda geri plânda kalması, asla doğru bir hareket değildir. Anne-baba evlâdını hem imam hatip lisesine gönderecek, hem de evlâdının kimlerle arkadaşlık ettiğini dâimâ kontrol edecek. Zira hadîs-i şerifte;

“Kişi dostunun dîni üzeredir. Onun için her biriniz kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin!”(Ebû Dâvûd, Edeb, 16/4833) buyurulmuştur.

Bu hususta, Peygamberimiz’in şu emrini tefekkür etmeliyiz:

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz... Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur.”(Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20)

Hakikaten; Çoban, güttüğü sürünün hâlet-i rûhiyesinden anlar.

Çoban; sürüsünü otlak yerde yayar, orada dinlendirir, orada gıdâlandırır. Kurak yere sürmez. Yani anne-baba da evlâdına rûhânî gıdâlar vermeli, rûhânî gıdâları alabileceği mekânlara götürmelidir.

Çoban, sürüsünü kurtlar ve canavarlardan korur. Demek ki bir anne-baba da evlâdını günün şerlerinden (Allâh’ın haram kıldığı şeylerden, uyuşturucudan, internetin yanlış sokaklarından) koruyacak.

Çoban; hasta olan bir kuzuyu dahî kurtlara bırakmaz, kucağına alır, sürüye dâhil eder.

Anne-baba evlâdına namazı telkin ettiği gibi, merhameti ve şefkati de tâlim edecek. Çünkü merhamet, îmânın meyvesidir.

Çoban, bazen önden bazen arkadan gelerek dâimâ mes’ul olduğu sürüyü kontrol eder. Çünkü, gönül boşluk kabul etmez. Şayet biz evlâdımızın gönlünü dolduramazsak, -Allah muhafaza buyursun- yabancılar doldurur. Bu sebeple de evlâdımızı örgün eğitimin dışında, yaygın eğitimlere de yönlendirmeli, onlara da çok ehemmiyet vermelidir.

Velhâsıl evlâtlarımızın güzel bir istikbâle sahip olmalarını istiyorsak onları sâlih ve sâliha kimseler olarak yetiştirmeliyiz.

  1. Evlâtların güzel işleri takdir edilmeli, mükâfatlandırılmalıdır. İmam Mâlik bu hususta ne güzel bir nümûnedir. Ona babası her hadis ezberlediğinde bir hediye vermişti. Onda hadis ezberlemek tarifsiz bir lezzet hâlini aldı.

Evlâtların hataları ise tatlı bir dille îkāz edilmeli, kusurlarının tekrarlanmamasına gayret edilmelidir.

Annelik veya babalık şefkati, asla, evlâtları yetiştirmeme, onların yanlışlarına göz yumma, onlara bir şey söylememe gibi hatalara düşürmemelidir. Unutmamalıdır ki, Cenâb-ı Hak, sonsuz merhamet sahibidir ve O insanın ihtiyaç duyduğu hususları ona emretmiştir. Hâşâ, O’ndan daha merhametliymiş gibi davranmak büyük bir gaflet olur.

Meselâ, namaz çağına gelmiş bir evlâdı sabah namazına kaldırmamak, merhamet değil merhametsizliktir.

Hazret-i Mevlânâ, Cenâb-ı Hakk’ın meâlen şöyle seslendiğini ifade eder:

“Analara, analık sevgisini de Ben öğrettim! Benim, gönüllerde uyandırdığım lütuf ve sevgi nasıl olur, sen onu düşün!” (Mesnevî)

  1. Çocuk sık sık ceza verilerek arsız hâle getirilmemelidir. Azarlanmaktan arsız hâle gelen çocuk, yapmış olduğu kötülükleri huy edinir. Kendisine yapılan nasihatler de fayda vermez.
  2. İlâhî emirler, yasaklar, kaideler ve dînî mevzular öğretilirken evlâtların yaşlarını ve anlayışlarını gözeterek, kavrayabilecekleri bir şekilde anlatılmalıdır.
  3. Âdâb-ı muâşeret üzerinde ciddiyetle durulmalı, anne ve baba çocuğun şahsiyet ve kimlik kazanmasında, kibar, zarif ve ince ruhlu olarak yetişmesinde örnek olmalıdır.

Fahr-i Kâinât Efendimiz; dul kalan Ümmü Seleme validemiz ile evlenerek, evlatlarının terbiyesini üzerine almıştı.

Bu talihli, üvey evlâtlardan Ebû Hafs anlatıyor:

“Ben Hazret-i Peygamber’in himayesinde yetişen bir çocuktum. Yemek yerken elim yemek tabağının her yanına giderdi. Bunun üzerine Allah Rasûlü bana şöyle buyurdu:

«–Evlâdım! Besmele çek! Sağ elinle ye! Hep önünden ye!» O günden sonra buyurduğu gibi yedim.” (Buhârî, Et‘ıme 2-3; Müslim, Eşribe 108, İbn-i Mâce, Et‘ıme, 8)

  1. Çocukların meşrû sınırlar dâhilinde çocukluklarını yaşamalarına imkân verilmelidir. Lâkin hudutlarını da iyi tayin etmek lazımdır.

Fahr-i Kâinât Efendimiz, Medine’ye hicret ettiklerinde, on yaşındaki Enes bin Mâlik radıyallahu anh’ı annesi, Peygamberimiz’e getirerek, hizmet etmesi için kabul etmesini rica etti.

Bu yaşta bir çocuğun, Peygamberimizin hizmetlerinde yardımcı olması pek mümkün değildi. Fakat Rasûlullah Efendimiz, âdetâ evlât terbiyesini bizlere öğretmek için kabul etti.

Hazret-i Enes, zaman zaman oyuna daldığını, vazifelerini unuttuğunu, fakat Rasûlullah Efendimiz’in, kendisine hiç «üf» demeden, muhabbetle muâmele buyurduğunu anlatmıştır.

Fahr-i Kâinat Efendimiz namaz kılarken, torunları Hasan ve Hüseyin v mescide gelir, secdede iken Efendimiz’in mübârek sırtına çıkarlardı. Rasûlullah Efendimiz; müdahale etmez, torunu ininceye kadar secdeden kalkmazdı. (Heysemî, IX, 175)

Efendimiz’in bu muâmelesinde iki husûsiyet temâşâ edilmektedir:

  • Evlât ve torunlara muhabbet ve şefkat.
  • Onlara namazı sevdirmek.
  1. Çocuklara, Cenâb-ı Hakk’ın nimetleri hatırlatılarak tefekkür etmeleri sağlanmalıdır. Besmele, hamd ve şükre alıştırılmalıdır.

Rasûlullah, kendileri de Abdülmuttalib Oğulları’ndan bir çocuk güzel konuşmaya başladığında, ona İsrâ Sûresi’nin 111. âyetini yedi defa okutarak öğretirdi. (Abdürrezzâk, IV, 334; İbn-i Ebî Şeybe, I, 348)

“«Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allâh’a hamd ederim.» de ve tekbir getirerek O’nun şânını yücelt!” (el-İsrâ, 111)

İmâm-ı Rabbânî g evlâtlarını ısrarla zikre teşvik ederdi. Nitekim, oğlu Muhammed Mâsûm Hazretleri’ne yazdığı bir mektubunda şöyle buyurur:

“Zaman, zikir zamanıdır. Bütün nefsânî َل» arzularınızı» kelimesinin içine koyun ki onları kökünden yok edip geriye hiçbir arzu ve gaye bırakmayın!.. O’nun takdîrine râzı olun! Kelime-i tevhid zikri esnasında «Sadece Allah vardır.» sözüne geldiğiniz vakit, bütün bilinen ve hayâl edilenlerin ötesinde bulunan ve bizim için tam bir gayb olan Allâh’ın zâtından başka bir şey gönlünüze gelmesin! Evler, köşkler, çeşmeler, bahçeler, kitaplar, (nice dünyevî meşgaleler ve gaflete sürükleyen) diğer şeyler insanın zihnine kolayca geliverir. Bunlar sizin vaktinizi ziyan etmesin!”

  1. Küçük yaşlarda ibâdet aşkı ve hizmet zevki verilmelidir.

Hazret-i İbrahim, oğlu İsmail ile Kâbe’yi inşâ etmiş ve mescidi birlikte temizlemişlerdi. Ashâb-ı kiram, âşûrâ orucunda, evlâtlarına da oruç tutturuyor, onları iftar saatine kadar meşgul etmek için ellerine oyuncaklar veriyorlardı.

Muhterem Pederim Musa Efendi Hazretleri, biz evlâtlarını tarihî ve mânevî mekânlara götürür, önceden hazırladığı bozuk paraları bize vererek, Ulu Cami, Emir Sultan gibi mâbed avlularındaki boynu bükük muhtaçlara vermemizi talep ederdi. Biz de severek bu hizmetleri yapar ve mahrumların duâlarıyla sevinirdik.

Yine vatan sevgisi, îman cesareti ve Allah yolunda gözünü budaktan esirgememe heyecanı da, evlâtların gönül dünyasına yerleştirilmelidir.

  1. Muhabbet, evlât terbiyesinin de temelidir. Sevilen bir anne-baba olup, onlara Rabbimiz’i, Peygamber Efendimiz’i sevdirmeliyiz.

Rasûlullah Efendimiz buyurur:

“Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin:

Peygamber sevgisi, ehl-i beyt sevgisi ve Kur’ân kıraati...” (Münâvî, I, 226)

Bugün maalesef, yabancı kültür istîlâsı çocuklarımızın kalplerine musallat olmaktadır. Hazret-i Mevlânâ, Peygamber Efendimiz’in muhabbet ve takvâ yolundan başka yolların tehlikesini şöyle ifade eder:

“Peygamber’in irfan sofrasından başka bir sofraya gidenin, boğazını kemik yırtar ve deler. Kim Peygamber’in sofrasından başka bir sofraya giderse, bil ki şeytan onunla bir kâseden yemek yer.

Kim O’nun komşuluğundan kaçarsa, şüphe yok ki, şeytan ona komşu olur. Kim O’nsuz uzak bir yola giderse, şeytan onun yol arkadaşı olur.

O kimse asil kanlı bir ata da binmiş olsa, mehtaplara (nur yüzlü şahsiyetlere) haset eder. Çünkü şeytan onun terkisindedir.

Ey şefkatli dost, Kur’ân’da Cenâb-ı Hak, şeytanın, kendisine uyanların hem mallarına, hem evlâtlarına ortak olacağını bildirmiştir. (bkz. el-İsrâ, 64)”

Cenâb-ı Hak, şeytan ile ortaklıktan muhafaza buyursun.

  1. Velhâsıl çocuğumuzun kusursuz olmasını istiyorsak, kusursuz anne-baba olmaya gayret etmemiz lâzımdır.

Anne-babalar, fıtratlarındaki nesil endişesi sebebiyle, evlâtlarına mîras bırakmak isterler. Onların fakirlik, muhtaçlık ve zarûret hâline düşmelerinden korkarlar. Hâlbuki, esas mîras, mânevî mîrastır. Yani onlara İslâm karakter ve şahsiyetini kazandırabilmektir.

Eğer bu mânevî mîras verilebilirse, o evlâtlar maddî mîrâsı da yerinde kullanır, âhirete malzeme eyler, o zenginlikle şımarmaz ve kötü yollara düşmez.

Yok eğer mânevî mîras verilemez ise, öyle evlâtlara bırakılan maddî mîras, onları daha da azdırıcı ve bozucu olur. Zaten bir teşekkür dahî etmeden, o malları sefâhat ve israf içinde tüketirler.

Bu kötü âkıbetten muhafaza için de, anne-babaların, mâneviyâta ehemmiyet vermeleri îcâb eder.

Anne-babalar, evlâtlarına karşı vazifelerini hakkıyla yerine getiremezlerse, âhirette onlardan kaçacakları bildirilmiştir. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, zevcesinden ve çocuklarından kaçar!” (Abese, 34-36)

Lâkin, sâlih olanlar ise; anne-babalarıyla, evlât ve hanımlarıyla cennete girerler:

“Adn cennetleri... Oraya babalarından, zevcelerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklardır.” (er-Ra‘d, 23)

Cenâb-ı Hak, evlâtlarına karşı vazifelerini ihmâl ettiği için, onlardan kaçanlardan olmaktan muhafaza buyursun!..

Kerîm Rabbimiz, cümlemizi evlâtlarıyla beraber cennete ve «Cemâlullâh»a nâil olan bahtiyarlardan eylesin!.. Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ailede İki Cihan Saadeti, Erkam Yayınları