Sahabe Kur'ân'ı Nasıl Anladı?

KUR’ÂNIMIZ

Sahabe-i Kiram Kur'ân- ı Kerim'i nasıl anladı? Kur'ân'ı öğrenirken nelerle karşılaştı? İşte ashab-ı kiramın Kur'ân'la yaşadıkları yolculuk...

İmâm Mâlik’in bildirdiğine göre Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhumâ- da, Bakara Sûresi’ni tahsîl ve tatbik etmek için âyetleri üzerinde tam sekiz sene çalışmıştır. Zira o, Kur’ân-ı Kerîm’i; ferâizini, ahkâmını ve bunlara taalluk eden şeyleri öğrenerek ve yaşayarak okuyordu.[1]

Nitekim Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:

“Kur’ân’ın bir âyetinin îzâhını yapmak, bana, onu sadece ezberlemekten daha güzel gelmektedir.” (İbnü’l-Enbârî, Kitâbu Îzâhi’l-Vakf, I, 23)

Yine bir zât, Zeyd bin Sâbit’in yanına varıp, Kur’ân-ı Kerîm’i bir haftada hatmetmek husûsunda ne düşündüğünü sormuştu. O da:

“–İyi olur.” dedikten sonra şöyle devam etti:

“–Fakat ben, onbeş veya yirmi[2] günde bir ha­tim yapmaktan daha çok hoşlanırım. Neden diye sorarsan, bu takdirde Kur’ân üzerinde iyice düşünüp mânâları üzerinde daha fazla derinleşebilirim.” (Muvatta’, Kur’ân, 4)

HAZRET-İ OSMAN KUR'ÂN NÜSHALARINI YAZMAYI TEŞVİK ETTİ

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- Mushaf’ın cem edilmesini, yani iki kapak arasına toplanmasını tamamlayınca insanları şahsî kullanımları için Kur’ân nüshaları yazmaya teşvik etti.[3] Zira daha önce insanlar Kur’ân’ın tamamını yazamamış, sadece bâzı sûre ve âyetleri kaydetmiş olabilirlerdi. Vahyin nüzûlü sona erip bütün âyet ve sûreler güçlü bir heyet tarafından iki kapak arasına toplandıktan ve binlerce hâfız ashâbın tasdîkini aldıktan sonra, artık insanlar rahatlıkla Kur’ân-ı Kerîm’i bir bütün hâlinde istinsah edebilir, yani kendileri için yazabilirlerdi.

Ubeydullah bin Abdullah, Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- zamanında çoğaltılan nüshalardan Medîne Mushafı’nın Mescid-i Nebevî’de muhafaza edildiğini ve her sabah cemaate okunduğunu haber vermiştir.[4]

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve halîfeleri, İslâm dünyasının muhtelif merkezlerine pek çok âlim sahâbîyi Kur’ân-ı Kerîm’i ve sünnetleri öğretmek üzere göndermişlerdi.[5] Meselâ Mus’ab bin Umeyr -radıyallâhu anh- Medîne’ye muallim olarak gönderildiğinde, insanlara İslâm’ı anlatıyor ve her fırsatta Kur’ân okuyordu.[6]

Şam’a gönderilen Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- orada çok uzun süre yaşadı ve çok meşhur bir ilim halkası teşkîl etti. Talebelerin sayısı 1600’ü aşıyordu. Onları on gruba ayırarak herbirine yetiştirdiği hocalardan birini tayin etti ve gelişimlerini sırayla teftiş etti. Bu temel seviyeyi geçenler, doğrudan bu mübârek sahâbîden ders alma şerefine nâil oluyorlardı. Böylece daha ileri seviyedeki talebeler, hem Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- ile çalışma hem de alt seviyedeki talebelere hocalık yapma imtiyâzına sahip oluyordu.[7] Aynı metod, diğer sahâbîler tarafından başka yerlerde de tatbik edildi.[8]

HAZRET-İ ÖMER KUR'ÂN ÖĞRETMENLERİ GÖREVLENDİRDİ

Hazret-i Ömer -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Yezid bin Abdullâh’ı merkezden uzakta yaşayan bedevîlere Kur’ân öğretmek için gönderdi ve bedevî kabilelere giderek tahsil derecelerini tespit için Ebû Süfyân’ı müfettiş tayin etti. Ayrıca Medîne’de çocuklara Kur’ân öğretmesi için üç sahâbîyi vazifelendirip her birine aylık 15 dirhem maaş bağladı ve yetişkinler de dâhil herkese kolayından beşer âyet öğretilmesini emretti.[9]

İbn-i Abbas -radıyallâhu anh- yüksek seviyede Kur’ân eğitimi verirdi. Nereye gitse insanlar etrafına toplanırdı. Basra’ya gittiğinde de ayağa kalkıp insanlara hitâb etmiş, onlara Bakara Sûresi’ni okuyup içindeki mevzûları îzâh etmiştir.[10]

Bir defasında Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- Kûfe Mescidi’nden seslerin yükseldiğini duyunca ne olduğunu sordu. Kendisine:

“–Bâzı kimseler Kur’ân okuyor ve öğreniyorlar.” denildi.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-:

“–Ne mutlu onlara! Onlar Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nezdinde insanların en sevgilileri idi!” dedi. (Heysemî, VII, 162)

Tâbiîn neslinin önde gelen müfessirlerinden Mücâhid (v. 103 h.), hadis, fıkıh ve kıraat âlimi olan İbn-i Ebî Leylâ’nın (v. 83 h.) yalnızca Kur’ân-ı Kerîm’den oluşan ve insanların okumak için bir araya geldiği bir kütüphane tesis ettiğini haber vermektedir.[11]

KIRAAT HOCALIĞI NE ZAMAN BAŞLADI?

Ebû Abdurrahmân es-Sülemî, Hazret-i Osman’ın hilâfeti devrinde kıraat hocalığına başlamış ve bu vazifesine uzun seneler devam etmiştir. Kûfe’de imâmet ve Kur’ân muallimliği yaptığı mescidi kastederek şöyle dermiş:

“–Şu makamda bulunmamın tek sebebi, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’in:

«Sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.» hadîs-i şerîfindeki müjdeye nâil olabilme arzusudur.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 21; Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 15/2907)

Asr-ı Saâdet toplumu, Kur’ân-ı Kerîm ile birlikte hadîs-i şerîfleri öğrenmek için de çok büyük bir gayret göstermişlerdir. Bunun sadece bir misâlini verelim:

Urve bin Zübeyr -radıyallâhu anhumâ- şöyle der:

“Birgün teyzem Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- bana:

«–Ey kardeşimin oğlu! Duydum ki, Abdullah bin Amr -radıyallâhu anhumâ- hacca gider­ken bize uğrayacakmış. Onunla görüş de kendisine (bir şeyler) sor! Zira o, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den çok ilim nakletmiştir.» dedi.

Bunun üzerine ben Abdullah -radıyallâhu anh- ile görüşerek Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den naklettiği şeylere dâir ona pek çok şey sordum…” (Müslim, İlim, 14)

Abdullah bin Amr -radıyallâhu anhumâ- Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanındayken bile hadîs-i şerîfleri yazardı. Dolayısıyla bir müddet sonra muazzam bir hadîs hazînesine sahip olmuştu.[12]

Ayrıca ashâb-ı kirâmın sadece gençleri değil, büyükleri de yaşlarının ileri olmasına rağmen ilim öğrenmek için büyük bir gayret sarf etmişlerdir.[13]


[1] Bkz. Muvatta’, Kur’ân, 11; Kettânî, Terâtib, II, 191.

[2] Bkz. İbn-i Abdilberr, İstizkâr, II, 477.

[3] Bkz. İbn-i Şebbe, Târîhu’l-Medîne, s. 1002.

[4] İbn-i Şebbe, Târîhu’l-Medîne, s. 7; İbn-i Kuteybe, Te’vîlü Müşkili’l-Kur’ân, s. 51.

[5] Dârimî, Sünen, I, 135 (thk. Dahman); İbn-i Sa’d, VI, 3.

[6] İbn-i Hişâm, II, 43-46; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, I, 307; Heysemî, VI, 41; Zehebî, Siyer, I, 182.

[7] Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, II, 344-346.

[8] Belâzurî, Ensâb, I, 110; Hâkim, I, 220.

[9] Prof. Dr. M. M. el-A‘zamî, Kur’ân Tarihi, s. 127. Bu hususta tafsîlât için şu eserlere müracaat edilebilir: Prof. Dr. M. M. el-A‘zamî, The History of the Qur’anic Text from Revelation to Compilation: A Comparative Study with the Old and New Testaments, Leicester: UK Islamic Academy, 2003 (Kur’an Tarihi: Eski ve Yeni Ahit ile Karşılaştırmalı bir Araştırma, İstanbul 2006); Prof. Dr. M. Hamidullah, Kur’ân-ı Kerîm Tarihi, İstanbul 2000 (Le Saint Coran’ın giriş kısmı).

[10] Hâkim, II, 300/3083.

[11] İbn-i Sa‘d, IV, 253; İbn-i Ebî Dâvûd, Mesâhif, s. 151.

[12] Buhârî, İlim, 39.

[13] Buhârî, İlim, 15.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet Toplumu, Erkam Yayınları