Sabır Ayetleri

Nübüvveti

Allâh Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bir beşerdi. Zaman zaman kendisine yapılan menfî davranışlar O’nu üzüyor, hidâyeti için var gücüyle uğraştığı insanların çirkin tavırları, gönlünü mahzûn ediyordu. Bâzen öyle zor anlar yaşıyordu ki, mutlakâ bir tesell­îye ihtiyâcı oluyordu.

Peygamber Efendimiz’in tesellîsi Rabbinden geliyordu. Allâh Teâlâ, Resûlü’nün mahzûn olmasını istemiyor, O’nu âyet-i kerîmeleriyle mânen takviye ediyordu:

اِنَّ فَضْلَهُ كَانَ عَلَيْكَ كَبِيرًا

(Ey Resûlüm!) O’nun Sana karşı kerem ve inâyeti büyüktür.” (el-İsrâ, 87)

وَمَنْ كَفَرَ فَلاَ يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا اِنَّ اللهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ نُمَتِّعُهُمْ قَلِيلاً ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ اِلَى عَذَابٍ غَلِيظٍ

“Kim de inkâr ederse, artık onun inkârı Sen’i üzmesin. Onların dönüşü ancak Biz’edir. İşte o zaman yaptıklarını kendilerine haber veririz. Allâh kalplerde olanı şüphesiz çok iyi bilir. Onları az bir süre faydalandırırız, sonra da ağır bir azâba sürükleriz!” (Lokmân, 23-24)

وَلاَ تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلاَ تَكُنْ فِى ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ

(Habîbim!) Onlara karşı mahzûn olma, kurmakta oldukları tuzaklardan ötürü de sıkıntı duyma!” (en-Neml, 70)

Cenâb-ı Hak, Habîbi’ni bu şekilde tesellî edip O’na sabrı tavsiye ediyordu:

فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ

(Resûlüm!) Onların dediklerine sabret! Güneş’in doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ile tesbîh et!” (Kâf, 39)

SAHABENİN ACILARINI DİNDİREN İLAÇ

Bu âyet-i kerîmelerle azmi ve şevki takviye edilen Allâh Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sel­lem- de ashâbının acılarını dindiriyor, onların gönül yaralarını sarıyordu.

Habbâb -radıyallâhu anh- der ki:

Bir gün Allâh Resûlü Kâbe’nin gölgesinde iken, yanına varıp kendi­sine müşriklerden gördüğümüz işkenceleri şikâyet tarzında anlattık.

O da bize şöyle buyurdu:

“Sizden evvelki nesiller arasında, yakalanıp bir çukura konan, sonra testere ile baştan aşağı ikiye bölünen, demir taraklarla etleri tırmıklanan ve yine de dîninden dön­meyen mü’minler olmuştur. Allâh’a and olsun ki, Allâh Teâlâ bu dîni tamamlayacak, hâ­kim kılacaktır. O derecede ki, bir kişi, Allâh’tan ve koyunlarına kurt saldırması endişesinden başka bir korku duymaksızın, San’a’dan Hadramevt’e gidip gelecektir. Ne var ki siz sabırsızlanıyorsunuz!..” (Buhârî, Menâkıbu’l- Ensâr, 29)

Bunun ardından Allâh Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, şu âyet-i kerîmeyi tilâvet buyurdu:

لاَ يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذِينَ كَفَرُوا فِى الْبِلاَدِ مَتَاعٌ قَلِيلٌ ثُمَّ مَأْوَيهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمِهَادُ لَكِنِ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا اْلاَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نُزُلاً مِنْ عِنْدِ اللهِ وَمَا عِنْدَ اللهِ خَيْرٌ لِلاَبْرَارِ

“İnkâr edenlerin (refah içinde) diyar diyar gezip dolaşması sakın Sen’i aldatmasın! Onların az bir faydalanmadan sonra varacakları yer cehennemdir. O, ne kötü bir varış yeridir! Fakat Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allâh tarafından bir ikrâm olarak, altlarından ırmaklar akan, ebedî kalacakları cennetler vardır. Sâlih kimseler için Allâh katındaki (nîmetler) daha hayırlıdır.” (Âl-i İmrân, 196-198)

Müşriklerin eziyet ve işkenceleri devâm edip çileler arttıkça, bu husustaki âyet-i kerîmelerle Allâh Teâlâ mü’min gönülleri olgunlaştırıyordu. Bir bakıma elem ve ıztıraplar, kulları Rablerine yaklaştıran müessirler olmasının yanında, mü’minlerin Allâh’a tevekkül ve teslîmiyetlerini de ölçen ilâhî bir terâzî vazîfesi görüyordu. Böyle za­manlarda Müslümana düşen en güzel davranış, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirilmektedir:

فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلاَ تُطِعْ مِنْهُمْ آثِمًا اَوْ كَفُورًا وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَاَصِيلاً وَمِنَ اللَّيْلِ فَاسْجُدْ لَهُ وَسَبِّحْهُ لَيْلاً طَوِيلاً

“Rabbinin hükmüne sabret! (Yâni Allâh’ın hükmü gelinceye kadar beklemesini bil! Bu hükmü beklerken de sakın) onlardan hiçbir nanköre veya günahkâra boyun eğme! Sabah-akşam Rabbinin ismini zikret! Gecenin bir kısmında O’na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O’nu tesbîh et!” (el-İnsân, 24-26)

GECE NAMAZ KILMANIN FAZİLETİ

Bu emirlere riâyet eden mü’minin gönlü itmi’nâna ereceğinden, onun, artık çilenin ve sabrın acılarına göğüs gerebilecek bir kuvvete sâhip olacağı muhakkaktı. Bilhassa gece kılınan teheccüd namazı, kulu Allâh’a yaklaştırarak rûha öyle fevkalâde bir kuvvet ve kudret kazandırıyordu ki, artık onun gönlü îmanla perçinleniyordu. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

اِنَّ نَاشِئَةَ اللَّيْلِ هِىَ اَشَدُّ وَطْاً وَاَقْوَمُ قِيلاً

“Şüphesiz gece kalkışı hem daha tesirli, hem de söz bakımından daha sağlamdır.” (el-Müzzemmil, 6)

Teheccüd emri, doğrudan doğruya Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e mahsus ise de, ümmetine de -tâkatleri nisbetinde- arzularına havâle edilmiş bir teklif mâhiyetindedir. Farz ibâdetlerin hâricinde olup rûhânî terakkîye âmil olması ba­kımından takvâ ehline tavsiye buyrulan bütün ibâdetler bu cümledendir.

“...BATIL YIKILMAYA MAHKUMDUR”

Mü’minlere her yönüyle saâdet yollarını bahşeden Cenâb-ı Hak, Resûlü’ne ayrıca şöyle buyurmuştu:

وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا

(Ey Resûlüm!) De ki: Hak geldi, bâtıl yıkılıp gitti. Zâten bâtıl yıkılmaya mahkûm­dur!” (el-İsrâ, 81)

Ancak hakkı îlâ (yüceltmek) ile vazîfeli olanlar, bu hususta ellerinden geleni yap­makla mükelleftirler. Çünkü insan, kulluk imtihânı dolayısıyla nice zorluklarla yüz yüze gelmek durumundadır. Bunun için o, mücâdele vermeden hiçbir zaman arzu ettiği netîceye ulaşamaz.

Cenâb-ı Hak, bu hakîkatin Peygamberler için bile vâkî olduğunu âyet-i kerîmede şöyle beyan buyurur:

حَتَّى اِذَا اسْتَيْئَسَ الرُّسُلُ وَظَنُّوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَاءَ هُمْ نَصْرُنَا فَنُجِّىَ مَنْ نَشَاءُ وَلاَ يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ

“Ne zaman ki peygamberler, ümitlerini yitirip kendilerinin yalana çıkarıldıklarını zannederler, işte o zaman yardımımız onlara yetişir. Dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirilir. Suçlular topluluğundan ise azâbımız aslâ geri çevrilmez!” (Yûsuf, 110)

ALLAH’A İLTİCA ETMEK

Bu âyetleri duyan mü’minlerin gönülleri, ne kadar ferâha kavuşuyor ve gayretleri ziyâdeleşiyorsa, müşriklerin kin ve garazları da o kadar bileniyordu. Allâh Resûlü’ne -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yaptıkları eziyetlerden vazgeçmek şöyle dursun, her gün yeni bir cefâ ve işkence usûlü buluyorlardı. Mü’minlerin çektiği sıkıntılar bitip tükenmek bilmiyor, her geçen gün daha da dayanılmaz bir hâl alıyordu.

Bu iş o dereceye vardı ki, müşrikler, artık vahyin menbâını kurutmak gibi alçakça bir düşünceyi bile hatırlarına getirir oldular. Fahr-i Kâinât Efendimiz ise sabrın zirvelerinde Cenâb-ı Hakk’a ilticâ ediyor, O’nun inâyet ve muhâfazasına sığınıyordu. Fakat ilâhî vaat henüz gerçekleşmiyordu.

Resûlü’nün içinde bulunduğu keder ve ıztırap dolu ahvâle yenik düşmemesini isteyen Rabbi, O’nu şöyle îkaz buyuruyordu:

فَلاَ تَحْسَبَنَّ اللهَ مُخْلِفَ وَعْدِهِ رُسُلَهُ اِنَّ اللهَ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ

(Ey Habîbim!) Sakın Allâh’ın Peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma! Çünkü Allâh Azîz’dir, intikam sâhibidir!” (İbrâhîm, 47)

فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُولُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلاَ تَسْتَعْجِلْ لَهُمْ كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَ لَمْ يَلْبَثُوا اِلاَّ سَاعَةً مِنْ نَهَارٍ

(Ey Resûlüm!) Azim sâhibi Peygamberlerin sabrettikleri gibi Sen de sabret! Onlar için (azap husûsunda) acele etme. Onlar kendilerine va’dedilen azâbı gördükleri gün, dünyâda sâdece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar…” (el-Ahkâf, 35)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları