Rehberlerin En Önemli Çizgisi

PEYGAMBERİMİZ

Altınoluk Dergisi yazarlarından Prof. Dr. Süleyman Derin Kur'ân ve sünnet çizgisinde maneviyatın yapı taşlarını anlatıyor.

Fahr-i Kâinat, Peygamber Efendimiz (s.a.v) bizler için her konuda üsve-i hasenedir. Bu sebeple sağlıklı bir maneviyat anlayışı ancak onun sünnetine uygun olduğunda mümkün olur. Sufilere göre Hz. Peygamberin getirdiği Yüce Kitab’a ve onun sünnetine uymayan her tür maneviyat arayışları boşa kürek çekmektir. İnsanlara rehberlik yapma iddiasında bulunan kimselerde aranan en önemli ölçü bazılarının zannettiği gibi keramet değil, sünnet çizgisinde istikamettir. Sufilerin büyüklerinden Bayezid-i Bistami’nin bu konudaki şu uyarısı ne kadar yerindedir:

Kendisine “Falan kimse suda yürüyor, havada uçuyor.” dediklerinde, Bistami: “Balıklar da suda yüzüyor; kuşlar da havada uçuyor.” der ve şu tavsiyede bulunur: Bir adam suyun üzerine seccade serse, gökyüzüne bağdaş kurup otursa, emir ve nehiy çizgisindeki tavrını görmedikçe ona aldanmayın! (Serrâc Tusi, Luma, trc. H. Kamil yılmaz, s.379.)

TASAVVUF YOLU KİTAP VE SÜNNET'İN ESASLARIYLA SINIRLANDIRILMIŞTIR

Sufilerin Efendisi Cüneyd el-Bağdadi ise bu konuda şöyle der: “Hakka giden bütün yollar halka kapalıdır; ancak Resulullah (s.a.v)in hal ve hareketine sarılıp sünnetine uyanların üzerinde bulunduğu Nebevi yol açıktır.” Cüneyd’e göre tasavvuf yolu Kitap ve Sünnet’in esaslarıyla sınırlandırılmıştır. Sufilerin farklı görünen bazı uygulamalarına daha dikkatli bakıldığında onların Kitap ve Sünnet’ten alındığı görülecektir.

Sufilerin sünnet-i seniyyeye bağlılıkları konusundaki sözlerini toplasak ciltler dolusu kitap olur. Zira sufilere göre tasavvuf Hz. Peygamberin manevi hayatını yaşamak, Onun takvasını, muhabbetini, vecdini, tevekkülünü kısacası tüm manevi hallerini kendimizde cem etmektir. Yoksa tasavvuf bazılarının zannettiği gibi Hz. Peygamberin hayatında olmayan yeni felsefeler icat etmek değildir. Nakşi büyükleri bu hususta her zaman uyanık olmaya ve hiçbir uygulamayı Allah Resülünün önüne geçirmemeye itina etmişlerdir. İmam Rabbani hazretleri “Bana uyun ki Allah da sizi sevsin” (Âl-i İmrân, 3/31) âyeti kerimesini yorumlarken şöyle der:

Hz. Peygamber’e tâbi olma yolunda çalışmak, mahbûbiyyet (sevilme) makâmına ulaşmaya vesile olur. Akıl ve idrâk sâhibi herkesin Hz. Peygamber (s.a.v.)’e zâhiren ve bâtınen tam olarak tâbi olmaya çalışması gerekir. (I, 41. mektup)

KAPSAYICI HAKİKAT

İmam Rabbani’ye göre kalbin manevi kirlerden arındırılması ancak Hz. Peygamberin sünnet-i seniyyesine uyulmakla mümkün olur:

İnsan, muhtelif dünyevî bağların kiri ile bulaşık olduğu sürece Hak’tan uzaktır. Hakîkat-ı câmia (kapsayıcı hakîkat) olan kalbi mâsivâ pasından temizleyip cilâlamak zaruridir. Bu pası gidermek için en iyi cilâ da Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine tâbi olmaktır. Ona tâbi olmak da, nefsânî âdetleri ve karanlık alışkanlıkları terk etmekle olur. (42. Mektup)

İmam’a göre tasavvuf erbabı kendi arzuları istikametinde bir maneviyat arayışı yerine Hz. Peygamberin sünnetlerini harfi harfine yerine getirmeye çalışmalıdır. Sünnetlerin terkedildiği bir ortamda yapılan nafilelerin bir kıymeti yoktur:

Tüm gece uyuyup sabah namazının iki rekâtını cemaatle edâ etmek -ki bu, sünnetlerden birini yerine getirmektir- bütün gece nâfile namaz kılıp sabah namazını yalnız olarak kılmaktan daha iyidir. (52. Mektup)

İSTİKAMETTE OLMAK

İmam Rabbani pek çok mektubunda Hz. Peygambere tam bağlı olunması hususunda müridlerine dua eder, mürşidlerin de amacının müritlerle Peygamber Efendimizi buluşturmak olduğunu 114. Mektubunda örnekleri ile ortaya koyar:

Hak Sübhânehû ve Teâlâ biz müflis ve âciz biçâre kullarını evvelkilerin ve sonrakilerin Efendisine (s.a.v) tâbi olmakla şereflendirsin ve bu hâl üzere istikâmette olmayı bahşetsin... Öyle ki, Allah Teâlâ’nın râzı olduğu bu bağlılığın bir zerresi bütün dünyevî lezzetlerden ve ahiret nimetlerinden kat be kat üstündür. Fazîlet O’nun (s.a.v) sünneti seniyyesine tâbi olmaya ve meziyet O’nun şerîatini tatbik etmeye bağlıdır.

İmam’a göre salikin Hz. Peygambere bağlılığının ve sevgisinin bir gereği olarak zahiren dünyevi görünen bir ameli işlemesi bile böyle bir hassasiyet gözetilmeden yapılan nice nafile ibadetlerden daha hayırlıdır:

Mesela bu bağlılığın bir neticesi olarak gerçekleştirilen bir kaylûle uykusu, bu bağlılıktan kaynaklanmayan binlerce gecenin ihyasından evlâ ve daha fazîletlidir. Aynı şekilde şerîatin emrine uyarak Ramazan bayramı günü oruç tutmamak, şerîattan alınmamış olan ömür boyu oruç tutmaktan daha iyidir. Kişinin Şâri’in emri ile bir metelik infak etmesi kendi kafasından bir dağ altın infak etmesinden daha fazîletlidir.

DALÂLET EHLİ KİMSELER

İmam, ayrıca bu mektubunda bazı sufi geçinenlerin Hz. Peygamber’in sünnetine uymayan mistik uygulamaları hususunda değerlendirmelerde bulunur. Şeriat ve sünnet dışı bu tür arayışların Hak katında hiçbir değeri olmadığını şu net sözleri ile ifade eder:

Dalâlet ehli kimselerin, yoğun riyâzetlerinin ve ağır mücâhedelerinin şerîata uygun davranmadıkları için hiçbir ehemmiyeti yoktur. Onların bu meşakkatli amellerine bir karşılık varsa da bunlar bir kısım dünyevî menfaatlerle sınırlıdır. Dünyanın hepsinin değeri ne ki bir kısmının değeri bir şey ifade etsin. Onların durumu çöpçülerin durumu gibidir; herkesten çok çalıştıkları halde herkesten daha az ücret alırlar.

Şerîata tâbi olanların durumu nefis elmaslarla değerli mücevherler üzerine çalışan sanatkârların durumu gibidir. Az çalışıp çok kazanırlar. O kadar ki bir saatlik çalışmaları yüz binlik bir karşılığa denk olur. Buradaki sır şudur; eğer amel şerîata uygun olursa Cenâb-ı Hakk’ın râzı olduğu bir ameldir; şerîata uygun olmayan amel ise Allah Teâlâ’nın râzı olmadığı ameldir. Allah Teâlâ’nın râzı olmadığı bir amel sevaba götürmeyeceği gibi, aksine cezayı doğurur. Bu mananın şahidi bu mecâzî dünyada da vardır ki çok az bir dikkatle ortaya çıkar.

SUFİLERİN GERÇEK MÜRŞİDİ

Nitekim Bayezid-i Bistami hazretleri Allah’a yapacağı dualarda bile Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hayat tarzına uygunluğu aramış ve şöyle demiştir: Bir keresinde Allah Teâlâ’dan beni yeme-içme ve kadın konusunda sıkıntıdan kurtarmasını istemeyi düşündüm, fakat sonra vazgeçtim. Nasıl böyle bir şey isteyebilirdim ki Allah Resulü böyle bir şey yapmamıştı! Ben de böyle bir talepte bulunmaktan vazgeçtim. (Serrâc Tusi, Luma, s. 115)

Netice olarak sufilerin gerçek mürşidi Allah Resülu ve onun sünnet-i seniyyesidir. Ondan sonra gelen peygamber varisi mürşidlerin en büyük hedefi sünnet çizgisinde bir manevi hayatı sürdürmek olmuştur. Hz. Peygamberi ve onun nebevi mirasını dışlayarak maneviyat adına ortaya çıkanlar hem kendilerini hem de etrafındakileri doğru yoldan saptırırlar. Nitekim son zamanlarda İslam’a hizmet gayesi ile yola çıkıp da sünneti terkedenlerin hazin sonları hepimizi üzmüştür. Rabbimizden niyazımız Hakk’a giden yolculuğumuzda Allah Resülünün sünnetinden hiç ayrılmamayı bizlere nasip etmesidir.

Mektubumuzu İmam’ın şu duası ile bitirelim: Bütün saadetlerin sermayesi sünnete tâbi olmaktır. Ve bütün fesatların temeli şerîata aykırılıktır. Allah Sübhânehû sizi ve bizi Peygamberlerin Efendisi’ne (O’na ve bütün peygamberlere salâtlar ve selamlar olsun) tâbi olma istikâmetinde sabit kılsın. (114. Mektup)

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Nisan 2015, 350. Sayı