Ramazan Ayında Kur'ân'ın Bize Kazandırdkıları

KUR’ÂNIMIZ

Ramazan ayında Kur’an’ın bize kazandırdığı “Furkân” isminin kudreti ile onu anlamanın gayreti içerisine girmeliyiz. Ramazan ayının bereketi ile onu hayat kitabı yapmanın gayretini göstermeliyiz. Onun ne demek istediğini ve bizden ne istediğini kavramanın yollarını aramalıyız.

Bütün insanlara1, hususen müminlere2, müttakîlere3 ve muhsinlere4 hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur’an-ı Kerîm’in indirildiği aya kavuşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Ramazan ayını anlamlı kılan hiç şüphesiz oruç yanında Kur’an’ın bu ayda indirilmeye başlanmasıdır. Ramazan ayı bir anlamda Kur’an ayıdır. “Ramazan” kelimesi; yakmak, yanmak anlamına gelen “ramada-ramida” kökünden türemiştir.5 Salih amellerle günahları yakması sebebiyle oruç ayına Ramazan ayı denildiği de söylenmiştir.6 Ramazan kelimesine yüklenen anlamlar çerçevesinde düşünüldüğünde bu ayın “arınma/tezkiye ve günahları yok etme ayı” olduğu söylenebilir. Peki günahları nasıl yakacağız ve temizleyeceğiz? Bunun usûlü ve prensipleri nelerdir?

KURTULUŞUN REÇETESİ KUR'ÂN'DA

Kur’ân, arınmanın usullerini, kurallarını açıklamıştır. İnsan nefsine ağır ve zor gelmekle beraber Kur’ân’ın ve onun açıklaması olan sünnetin ilkelerine uyulduğu taktirde bu başarılamayacak bir husus değildir ve asıl felah da bununla başlar. Kur’an “furkân” sıfatı ile kurtuluşun reçetesini vermiştir.

Kur’ân, hak ile batılı, doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini, günah ile sevabı, haram ile helali birbirinden ayırt eden bir kitaptır. O, neyin doğru, neyin yanlış, neyin hak, neyin batıl, neyin güzel, neyin çirkin olduğunu izah eder, ilan eder, belirtir ve bu konularda prensipler ve kaideler ortaya koyar.7 Kur’ân, bu özelliğini şöyle açıklar:

“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır...”8

KUR'ÂN'IN FURKÂN ÖZELLİĞİ

Yukarıdaki âyette, Kur’ân’ın “Furkân” özelliğine işaret edilmektedir. “Furkân” kelimesi, hak ile batılın arasını ayıran” anlamındadır. O, öz ve kısa olarak hidâyet yolunu gösterir. Kur’ân’ın, “Hüden” sıfatı ile bu kastedilir. “Furkân” sıfatı ile de o, tafsilatlı olarak hidâyet yolunu gösterir. O, helalı, haramı, hükümleri, hudutları açıklayan9, hak ile batılın, helal ile haramın arasını ayıran bir kitaptır.10

Kur’ân’ın önemli isimlerinden biri “Furkân” dır. “Ne yüce feyyâzdır O ki, dünyaları uyarmak üzere kulu Muhammed’e hakkı batıldan ayırt eden Kur’ân’ı indirdi11 âyetinde Kur’an’ın “Furkân” sıfatına özellikle vurgu yapılmıştır.

Şu âyet, Kur’ân’ın, “furkân” ismi ile müminlere çok önemli bir meleke kazandırdığını ifade etmektedir:“Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir...”12 Yani kalplerinize hak ile batılın arasını ayıracak bir nur ve başarı verir. İtikatta hak ile batılı, sözlerde doğru ile yalanı, amellerde iyi ile kötüyü ayırdığı için Kelâmullah’a (Kur’ân’a) “Furkân” denilmiştir.13Furkân” kelimesine necat anlamı da verilmiştir. Çünkü insanlar, sapıklığın karanlıklarından Kur’ân ile kurtuluşa ermişlerdir.14

KUR'ÂN'IN ORTAYA KOYDUĞU PRENSİPLER

Kur’ân’ın emir ve yasakları ile, beyan ve açıklamaları ile, doğru yanlıştan, güzel çirkinden, iyi kötüden ayırt edilir hale gelmiştir. Hak ve hakikat, onun ortaya koyduğu prensipler ve kaidelerle güneş gibi ortaya çıkmıştır. Hangi ilke ve prensiplerin insanlığı mutluluğa götüreceği, hangi düstur ve kanunların fertleri, aileleri, toplum ve milletleri huzura, barışa, güvene, mutluluk ve saadete kavuşturacağı Kur’ân’ın “Furkân” sıfatı ile apaçık belli olmuştur. Onun insanlığa sunduğu ilahî talimatlar o kadar açık ve nettir ki, böyle bir açıklığı ve netliği hiçbir din, ideoloji ve felsefe sağlayamamıştır.15 Bu konuda Kur’ân, kesin bir şekilde mesajını bütün insanlığa şöyle sunmaktadır: “...Dinde zorlama yoktur. Artık doğruluk eğrilik birbirinden ayrılmıştır...”16

Ramazan ayı, Furkân/Kur’an ayıdır. Kur’an’a inanan ve gönül veren mümin, diğer aylara nazaran bu ayda temyiz/ayırt etme gücünü “Furkân” sayesinde daha fazla elde etmektedir. Kur’an, lafız, mana, beyan ve nazım açısından Allah’a aittir. Elbette onun lafzı da okunacaktır. Bunca âyete ve hadise rağmen onun lafzını okumanın bir anlamı, sevap ve mükâfatı yoktur demek, doğru değildir. Lafız da, mana da, beyan ve nazım da O’nun ise, burada kullara söylenecek hiçbir söz yoktur. Ancak Kur’an sadece lafzının okunması ve seslendirilmesi için gönderilmemiştir. O, insanların dünya ve âhiret saadetini temin etmek için gönderilmiştir. O, hüküm kitabıdır. O, hem dünya hayatının tanzim edilmesi hem de âhiret hayatının kazanılması için ilkeler getirmiştir. O, sadece geçmişi anlatan bir kitap değildir. O, geçmişten ibret alınmasını vurgularken hali/şimdiki zamanı ve geleceği de tanzim eden bir kitaptır. O halde Kur’ân’ın biz müminlere kazandırdığı “furkân/ayırt etme kabiliyeti ve melekesi ile nefsimizi, ailemizi, ümmet-i Muhammedi ve bütün insanlığı onun kuralları ve prensipleri ile arındırmak, tanzim ve terbiye etmek gibi kutsi bir görevimiz vardır.

Kur’ân, iniş amacının, âyetlerinin düşünülmesi ve akıl sahiplerinin öğüt alması olduğunu şöyle vurgulanmıştır: “(Resûlüm!) Sana bu mübarek kitabı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.”17

Âyette, Allah Teâlâ’nın Kur’ân’ı, düşünmeksizin sırf lafzının okunması için değil de manalarını tefekkür ve tedebbür etmek için gönderdiğine delil vardır.18 Zikrettiğimiz âyete çeşitli manalar verilmiştir.”19, “Âyetlerini düşünmek” cümlesi emir ve yasaklarına tabi olmak şeklinde de anlaşılmıştır.20 Fahruddin Râzî’ye göre, düşünmeyen, tedebbür etmeyen ve ilâhî başarıya eremeyen kimse, Kur’ân-ı Azîmde zikredilen hayret verici sırlara vakıf olamaz.21

ASHAB-I KİRAM KUR'ÂN'I EZBERLEMEYİ GÜNÜMÜZDEKİ GİBİ ANLAMIYORDU

İslam’ın ilk yıllarında ashâb-ı kirâm, Kur’ân’ı ezberlemeyi günümüzdeki gibi anlamıyordu. Onlar, ezberlenen ayetlerin hükümlerini öğrenerek bunları günlük hayatlarında tatbik etmenin çabası içersindeydiler. Aşağıda sunacağımız bilgi, ashâb-ı kirâmın Kur’ân’ı anlamada gösterdikleri, takip ettikleri ve öncelik verdikleri metotları göstermesi açısından gayet önemlidir.

İbn Mesûd (ö. 32/652) ve Übey b. Ka’b (ö. 19/640)’ın rivayetlerine göre Resûlullah (s.a.v.), onlara on âyet okuturdu. Onlar, bu on âyetin içinde bulunan hükümlerle amel etmeyi öğrenmeden diğer on âyete geçmezlerdi. Resûlullah (s.a.v.), onlara Kur’ân’ı ve Kur’ân’la amel etmeyi birlikte öğretirdi. Abdurrahman es-Sülemî şöyle bildirir: “Biz Kur’ân’dan on âyet öğrenince, bu âyetlerin ihtivâ ettiği emir, yasak, helal ve haramı bilinceye kadar diğer on âyeti öğrenmezdik.” İmam Malik (ö. 179/795) Muvatta’ında şöyle demektedir: “Bana ulaşan habere göre Abdullah b. Ömer (ö. 73/692), öğrenmek amacıyla Bakara Sûresi’nin üzerinde sekiz sene durmuştur.” Yine İmam Malik’in rivayetine göre Hz. Ömer, Bakara Sûresi’ni on iki senede öğrenmiş, bitirince (sevincinden) de bir deve kesmiştir. Abdullah b. Mesud ise şöyle demiştir: “Bize, Kur’ân’ın lafızlarını ezberlemek zor, onunla amel etmek ise kolay geliyordu. Bizden sonra gelenlere ise, Kur’ân’ı ezberlemek kolay, onunla amel etmek ise zor gelir.”22

Görüldüğü gibi ashâb-ı kirâm, Kur’ân’ın lafzını ve manasını birlikte öğrenmişler ve bunları amelle bütünleştirmişlerdir. Onlar Kur’ân’ın lafzını güzel okumanın yanında pratiğe daha fazla ağırlık vermişlerdir. Müslümanlar olarak bizler de hiç olmazsa Ramazan ayında Kur’an’ın bize kazandırdığı “Furkân” isminin kudreti ile onu anlamanın gayreti içerisine girmeliyiz. Ramazan ayının bereketi ile onu hayat kitabı yapmanın gayretini göstermeliyiz. Onun ne demek istediğini ve bizden ne istediğini kavramanın yollarını aramalıyız.

Dipnotlar:  Bakara, 2/185. Yûnus, 10/57. Bakara, 2/2. Lokmân, 31/3. Rağıb el-İsfehânî, Müfredatü Elfâzi’l-Kur’ân, tahkik, Safvan Andan Dâvûdî, Beyrut, Dâru’l-Kalem, s. 366. Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Fethu’l-Kadîr el-Camiu beyne Fenneyi’r-Rivâyeti ve’d-Dirâyeti min İlmi’t-Tefsîr, Tashîh, Ahmed Abdusselâm, Beyrut, 1994, I, 228. Kerim Buladı, Kur’ân Kendisini Nasıl Tanıtır; Kayıhan Yayınları, İstanbul, 2010, s. 31. Bakara, 2/185. Bkz. Beydâvî, Nâsıruddin Ebû Said Abdullah b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, (Kitab Mecmua mine’t-Tefâsir içinde), Beyrut, ts. I, 260; Nesefî, Ebu’l-Berakât Abdullah b. Ahmed, Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, (Kitabun Mecmua mine’t-Tefâsir içinde) Beyrut, ts, I, 260. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân’i’l-Azîm, Kahraman Yayınları, İstanbul, 1984, I, 310. Furkân, 25/1. Enfâl, 8/29. Bkz. İsfehânî, a.g.e., s. 632-634. Fahruddin Muhammed b. Ömer er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb (Tefsîru’l-Kebîr), Beyrut, 1990, II, 14. Buladı, Kerim, a.g.e., s. 32-33. Bakara, 2/256. Sâd, 38/29. Şevkânî, a.g.e., IV, 537. Beydâvî, a.g.e., V, 278; Nesefî, a.g.e., V, 278. Hazin, Ali b. Muhammed b. İbrahim, Lübâbu’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl, Beyrut, ts. V, 278 (Mecmûatü’ün-mine’t-Tefâsîr içinde), Râzî, a.g.e.,  XXVI, 177. Geniş bilgi için bkz.  Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Camiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Fikir, Beyrut, 1993, I, 44-45.

Kaynak: Doç. Dr. Kerim Buladı, Altınoluk Dergisi, Sayı: 376