Peygamberimizin Yoğunlaşmamızı İstediği Üç Şey

İHSAN

Ticarî hayatta, aile hayatında, içtimâî hayatta, kısacası ömrümüzün her safhasında kalbî bir şükür, iki cihan bereketi demektir.

Kalbimiz bir para kasası hâline gelmemeli. Cenâb-ı Hak, bunu arzu ediyor. İnfak âyetleri bu gerçeği vurguluyor. Bunun için riyazat yani kifayet miktarı ölçüsü içinde yaşayarak Allâh’ın verdiği imkânları Allah yolunda cömertçe sarf edebilmek şart. Zaten mülk, hakikatte Allâh’a ait.

Ne altın senin, ne gümüş senin, ne dünya malı senin. Çıplak geldik, çıplak gideceğiz. Sadece işlenilen amellerle gidilecek. Mal da beden de muvakkat/geçici bir nimet. Hepsi de iki uçlu bıçak gibi. Onlar sayesinde ya şükreden cömert bir kul olur kazanırsın, ya nankörlük edip cimrilik veya israf girdabında kaybolur, kaybedersin. Böyle bir kaybediş ise, en acı hüsran...

Cenâb-ı Hak, bu sebeple açıkça îkaz etmektedir: “(Ey Rasûlüm!) Altın ve gümüşü yığıp (sadece biriktirip) onları Allah yolunda infak etmeyenleri acıklı bir azap ile müjdele! O altın ve gümüşler o gün cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır ve onlara denir ki: «İşte bu kendin için biriktirdiğin servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeyleri tadın!»” (Tevbe, 35)

YOĞUNLAŞMANIZ GEREKEN ÜÇ ŞEY

Yukarıdaki âyet indiği zaman sahâbe-i kiram, birbirine baktılar ve sonra da Fahr-i Cihan Efendimiz’e sordular:

“Yâ Rasûlâllah! Kazanalım infak edelim, kazanalım infak edelim, kazandıklarımızı Allah yolunda sarf edelim, bu şekilde Allâh’a yaklaşalım. Madem Allah biriktirmemizi istemiyor, peki yâ Rasûlâllah! Kendimizi ne üzerine yoğunlaştıralım?”

Efendimiz buyurdu ki:

“Kendinizi üç şey üzerine yoğunlaştırın:

Zikreden bir dil;

Şükreden bir kalp;

Kendisine Allah yolunda destek olacak zevce...” (Tirmizî, Tefsir, 9/9)

Zikreden bir dil demek, Cenâb-ı Hakk’ı her hâlimizde unutmamak demektir. Zaten her şeye «Bismillâhirrahmânirrahim» ile başlıyoruz. Peki, zikreden bir dil, ne kadar zikredecek? Hayatın her nefesinde. Bütün nefeslerimiz zikirle yıkanacak. Ne şekilde? Ayaktayken, otururken, yanlarımız üzerindeyken... O zaman zikreden bir lisana sahip olmuş oluruz.

Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır.” (Taberî, Câmiul-Beyân, XIV, 370)

Şükreden bir kalp ise, kulluğun ve sonsuz ilâhî nimetlerin şuurunda olmak demek. Elhamdülillâh ki, Müslüman olarak dünyaya geldik. Müslüman olarak yaşamaya gayret ediyoruz. Bundan daha büyük bir nimet mi var? Elhamdülillâh, bir İslâm toplumu içinde, bir Müslüman memleketteyiz. Elhamdülillâh, rûhumuza hayat bahşeden ezan sadaları içindeyiz, bunun şükrünü, bedelini ödemek mümkün mü? Bunun bedeli nedir? Allâh’ın verdiği nimetleri Allah yolunda isti'mal etme, Allah yolunda kullanabilme. Unutmamalı ki o nimetler ve uzuvlarımız, kıyâmet günü birer lisan hâline gelecek ve onlar vasıtasıyla yaptığımız amellere ve işlere şahitlik edecektir. (bkz. Fussilet 21-22)

Dolayısıyla kalbin şükrü, kitap ve sünnet modelini hayatımızın her safhasında yaşayarak gerçekleşmelidir. Tâ ki gerçek şükre ulaşmış olalım. Ticarî hayatta, aile hayatında, içtimâî hayatta, kısacası ömrümüzün her safhasında kalbî bir şükür, iki cihan bereketi demektir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, İhlâs Ve Takvâ, Yüzakı Yayınları