Peygamberimiz Zamanında Medine’de Ticaret Nasıldı?

Nübüvveti

Peygamber Efendimiz döneminde Medine’de ticaret hayatı nasıldı? Peygamber Efendimiz’in koyduğu ticaret kuralları nelerdir? Medine Çarşısı ve Medine’de ticari hayatın tanzimi...

Resûlullâh Medîne’ye geldiğinde Müslümanlara, Yahûdîlerden ayrı bir çarşı ve pazar yeri göstererek ticâretlerini burada yapmalarını istedi. Zîrâ ticârî alanda istiklâl kazanmak için müstakil pazarların ehemmiyeti, herkesçe mâlum bir hakîkattir.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN KOYDUĞU TİCARET KURALLARI

Resûlullâh, çarşı ve pazarla yakından alâkadar olur, tüccarları ve ticâret mallarını teftiş ederdi. Bir gün Hz. Peygamber çarşıda bir satıcıya uğradı. Önündeki buğday yığınının içine elini daldırdı ve ıslak olduğunu hissedince:

“–Nedir bu?” diye sordu. Adam:

“–Yağmur ıslattı, ey Allâh’ın Resûlü!” dedi. Efendimiz:

“–Bu ıslak kısmı üstte bırakıp herkesin görmesini sağlayamaz mıydın? Aldatan benden değildir.” buyurdu. (Müslim, Îman, 164) Kays bin Ebî Gareze (r.a.) anlatıyor:

“Biz Resûlullâh zamânında «Simsârlar» diye isimlendiriliyorduk. Bir gün Efendimiz bize uğradı ve daha güzel bir isim vererek şöyle buyurdu:

–Ey tüccar topluluğu! Muhakkak ki alışverişe yalan ve yemin bulaşır. Bunun için siz de ona sadaka karıştırınız!” (Ahmed, IV, 6; Ebû Dâvûd, Büyû’, 1/3326)

İnsan her ne kadar dikkat etse de unutarak veya gaflet eseri olarak alışverişinde haksız durumlar meydana gelebilir. Bu sebeple her ihtimâle karşı tedbirli davranarak kazançtan bol bol sadaka vermek ve infakta bulunmak gerekmektedir. Resûlullâh yukarıdaki hadîs-i şerîfte bu husûsa dikkat çekmektedir. Rifâa bin Râfî (r.a.) der ki:

“Biz, Allâh Resûlü ile birlikte Musallâ’ya gidiyorduk. Efendimiz insanlardan bir kısmının alışveriş yapmakta olduğunu gördü. Onlara:

«−Ey tâcirler cemaati!» diye seslendi. Onlar da Allâh Resûlü’nün hitâbına kulak vererek O’na bakmaya başladılar. REsûlullâh:

«−Şüphe yok ki tâcirler kıyâmet günü fâcirler olarak diriltilirler. Ancak Allâh’tan korkan, iyilik eden ve sadâkat ehli olan bundan müstesnâdır.» buyurdu.” (Tirmizî, Büyû’, 4/1210)

Resûlullâh, ticâretteki ahlâk ve fazîlete dâir Benî İsrâîl’in sâlihlerinden iki kişi arasında cereyân eden şu vâkıayı nakletmiştir:

“Sizden önce yaşayanlardan bir adam, bir kimseden akar (gelir getiren mülk) satın aldı. Bu akarı satın alan kimse orada, içinde altın bulunan bir küp buldu. Satana gelip:

«–Altınını al! Ben senden toprak satın aldım, altını satın almadım!» dedi. Satan da:

«–Ben sana arâzîyi içinde bulunan her şeyiyle birlikte sattım!» dedi.

(Anlaşamayınca) bir adamı hakem tâyin ettiler. Adam (onları dinledikten sonra):

«–Sizin çocuklarınız var mı?» dedi.

Onlardan biri, oğlunun; diğeri de, kızının olduğunu söyledi. Hakem:

«–Oğlanla kızı evlendirin! Bu paradan ikisi için harcayın ve tasaddukta bulunun!» dedi.” (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Akdiye, 21; İbn-i Mâce, Lukata, 4)

Gençliğinde ticâret kervanlarıyla uzun seyahatler yapmış mâhir bir tüccar olan Resûlullâh, Medîne’ye geldiğinde bu hususta da birtakım esaslar ortaya koymuştur. Ticâretin ehemmiyetine dâir şöyle buyurmuştur:

“Kazancın onda dokuzu ticârettedir.” (Süyûtî, I, 113)

“Kişinin yediği şeylerin en helâl ve güzel olanı, bizzat kazanarak yediğidir.” (İbn-i Mâce, Ticârât, 1)

Zîrâ gıdânın maddî tesirinin yanında bir de mânevî tesiri vardır. Lokmanın helâl, haram veya şüpheli yollardan gelmiş olması, rûhumuzu tesiri altına alır. Yâni yediğimiz lokmanın mânevî durumu hissiyâtımıza tesir eder. Bütün ibâdetlerle birlikte bilhassa hac ibâdetinde helâl paranın ehemmiyeti hadîs-i şerîfte şu şekilde îzâh edilmiştir:

“Kim bu Beyt’i, haram kazançtan elde ettiği para ile ziyâret ederse Allâh’a itaatten çıkmış olur. Böyle bir insan hacca niyet eder ihrâma bürünerek bineğinin üzengisine ayağını basıp devesini hareket ettirdikten sonra «Lebbeyk Allâhümme lebbeyk» derse semâdan bir münâdî şöyle seslenir: «Sana ne lebbeyk ne de sa’deyk. Çünkü senin kazancın haram, azığın haram, bineğin haramdır. Hiçbir sevap almadan günahkâr olarak dön! Hoşlanmayacağın şeyle karşılaşacağından dolayı üzül!»

Fakat kişi helâl parayla hac yolculuğuna çıkar, bineğinin üzengisine ayağını basıp onunla hayvanını hareket ettirir ve «Lebbeyk Allâhümme lebbeyk»  derse semâdan bir münâdî şöyle seslenir: «Lebbeyk ve sa’deyk. Sana icâbet ettim. Çünkü senin bineğin helâl, elbisen helâl, azığın helâldir. Haydi çok büyük sevaplar elde etmiş ve hiç günâha girmemiş olarak dön! Seni memnûn ve mesrûr edecek şeyle karşılaşacağın için sevin!»” (Heysemî, III, 209-210)

Yiyecek ve kazançta helâl ve haram husûsu, çok mühim ve çokça ihlâl edilen bir mesele olduğundan, Bakara Sûresi’nde ilâhî hükümlerle, büyük şirkten sonra ilk olarak bu kapı kapatılmıştır. Hattâ fazla ahkâm ihtivâ etmeyen En’âm, A’râf, Yûnus ve Nahl gibi Mekkî sûrelerde bile akâid bahislerinin hemen ardından gıdâ ve kazançtaki helâl-haram hususlarına açıklık getirilmiştir.

DİNİMİZ KARABORSACILIK VE STOKÇULUĞU YASAKLAMIŞTIR

Allâh Resûlü, ticârette dürüst ve cesur davranmak gerektiğini bildirerek şöyle buyurmuştur:

“Malını satışa arz eden cesur tüccar merzuk (rızıklandırılmış), muhtekir (karaborsacı) ise mel’undur.” (İbn-i Mâce, Ticârât, 6)

“Korkak tâcir mahrum, cesur tâcir merzuktur.” (Deylemî, II, 79)

Peygamber Efendimiz’in ticâret husûsunda ortaya koyduğu esaslardan bâzıları da şöyledir:

“Alışveriş yapan iki kişi, birbirlerinden ayrılmadıkça veya ayrılıncaya kadar (caymakta) muhayyerdirler. Eğer dürüst alışveriş yapıp da her şeyi olduğu gibi açıklarlarsa alışverişleri bereketli olur. Eğer bâzı hakîkatleri gizleyip yalan söylerlerse alışverişlerinin bereketi kalmaz.” (Buhârî, Büyû’, 19; Müslim, Büyû’, 8)

“Yemin, mala alâkayı artırır, ancak bereketi giderir.” (Buhârî, Büyû’, 26; Müslim, Müsâkât, 13)

Peygamber Efendimiz, ticâret mallarının çarşı ve pazara getirilmeden, yolda karşılanmasını, satın alınan şeyi, tamâmıyla teslîm almadan satmayı veya yanında bulunmayan bir malı çarşıdan satın alıp müşteriye satmayı, birbirlerinin alışverişi üzerine satış yapmayı, müşteri kızıştırmayı vs. yasaklamıştır.

ALIŞVERİŞİ KOLAYLAŞTIRIN

Alışverişte kolaylaştırıcı bir tavır takınmak gerektiğini bildiren Resûlullâh şöyle buyurmuştur:

“Satışında, alışında, borcunu ödeyişinde cömert ve müsâmahalı davranan kimseye Allâh rahmetini bol kılsın!” (Buhârî, Büyû’, 16)

“Allâh, sizden önce yaşamış olan bir kimseye rahmetiyle muâmele etti. Çünkü bu adam sattığında, aldığında, borcunu istediğinde (kabalık ve sertlik değil, anlayış ve) kolaylık gösterirdi.” (Tirmizî, Büyû’, 75/1320)

Mal hırsı ile dünyâ menfaatine aldanarak Resûlullâh Efendimiz’in koyduğu bu esaslara riâyet etmeyip daha fazla kazanacağını zannedenler, âhiret fukarâsı olma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Allâh’ın rızâsını ve âhiret azığını kazanma azminde olan dürüst tüccarlar ise Peygamber Efendimiz’in şu müjdesine muhâtaptırlar:

“Emîn, doğru sözlü ve müslüman bir tâcir, kıyâmet günü şehîdlerle berâberdir.” (İbn-i Mâce, Ticârât, 1)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları