Peygamberimiz Şehit mi Edildi?

Vefatı

Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.) nasıl vefat etti? Peygamber Efendimiz şehit mi edildi? Peygamber Efendimiz’in vefatı...

Nebîler silsilesinin ilk ve son halkası, Seyyidü’l-Kevneyn, Resûlü’s-Sekaleyn, İmâmü’l-Harameyn, Varlık Nûru, Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Vedâ Haccı’ndan sonra ateşli bir hastalığa tutuldular. Bu hastalık, O’nu ümmetinden ayıracak, ömrü boyunca arzu ettiği Refîk-ı A’lâ’sına kavuşturacak olan vefât hastalığı idi. Zâten “Nasr Sûresi”nin nüzûlü ile ecelinin yaklaştı­ğını öğrenmiş bulunan Allâh Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, artık son yolculuğa ha­zırlanıyorlardı. Ölülerle de dirilerle de îmâlı bir şekilde vedâlaşmaktaydılar. Nitekim has­talanmadan bir gün önce Medîne’nin Cennetü’l-Bakî‘ denilen mezarlığına gitmişler, ölüler için:

“–Ey büyük Allâh’ım! Burada yatanlardan mağfiretini esirgeme!” diyerek duâ bu­yurmuşlardı. (Ahmed, III, 489)

Kabristan’dan döndükten sonra minbere çıkarak ashâbına da âdeta vedâ mâhiye­tinde şu hutbeyi îrâd ettiler:

“Ben sizin Kevser Havuzu’na ilk erişeniniz olacak ve sizi orada karşılayacağım! Sizinle buluşma yerimiz Havuz’dur. Ben şu an onu görüyorum! Ben sizin hakkınızda şe­hâdet edeceğim! Şu an bana yerin hazîneleri ve onların anahtarları verildi. Vallâhi, sizin için benden sonra, müşrikliğe dönersiniz diye korkmam! Fakat ben, sizin için dünyâ ihtirâsına kapılır ve onun üzerinde birbirinizi kıskanırsınız, birbiri­nizi öldürürsünüz ve sizden öncekilerin yok olup gittikleri gibi siz de yok olur gidersiniz diye korkarım!..” (Buhârî, Cenâiz, 73; Müslim, Fedâil, 31)

Allâh Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, minberden indikden sonra bîtâb bir hâlde Hâne-i Saâdetleri’ne çekildiler. Gün geçtikçe hastalıkları daha da şiddetlendi. İyice ağırlaştıklarında da nezâket timsâli Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ezvâc-ı tâhi­râtından izin alarak Hazret-i Ayşe’nin odasında kalmaya karar verdiler. (Buhârî, Tıb, 22; Ahmed, VI, 34, 38; Belâzurî, I, 545)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, o âna kadar böyle ağır bir hastalık geçirmemişti. Esâsen O’nun yaşadığı nezih ve temiz hayâtı, kendisine hastalığı yaklaş­tırmayan emsâlsiz bir hayattı. Ancak yirmi üç yıl süren ve beşer tâkatinin üzerinde olan en ulvî ve sıkletli bir nübüvvet vazîfesi,[1] O’nu bir hayli yormuş, bu arada başlangıçtan beri çeşitli düşmanların bin bir kötülükleri de mübârek bedenlerini yıpratmıştı. Bütün bunlar da, kendilerine hastalık isâbet etmesini mümkün kılmıştı.

PEYGAMBERİMİZ ŞEHİT Mİ OLDU?

Diğer taraftan da bu hasta­lık, kendisi için büyük bir makâma ve yüksek derecelere nâiliyet olacaktı. Bunda Hayber’deki zehirleme hâdisesinin tesiri de büyük olmuştur. Nitekim Allâh Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hastalığının ağırlaştığı bir vakitte Hazret-i Ayşe vâlidemize:

“–Ey Ayşe! Hayber’de tatmış olduğum zehirli etin elemini devamlı hissedip durdum. Şu anda kalbimin damarının koptuğunu duymaktayım.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Meğâzî, 83)

Nitekim Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- da:

“–Resûlullâh’ın küçük dili üzerinde bu zehrin izini ve tesirini görür dururdum!..” demiştir. (Müslim, Selâm, 45)

Varlık Nûru -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu zehir sebebiyle şehît olarak vefât etmiş, kendisini Peygamberlikle şereflendiren Allâh Teâlâ, O’nu bir de şehîtlikle müşerref kılmıştır. (İbn-i Hişâm, III, 390; Vâkıdî, II, 678-679; Heysemî, VI, 153)

Dipnot:

[1] Hazret-i Peygamber’e -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vahiy geldiğinde, mübârek bedeni fazlasıyla ağırlaşırdı. Meselâ devesinin üzerinde bulunsa, o çökmeye mecbur kalır, ayakta durmak isterse bacakları eğilir, neredeyse kırılacağından endişe edilirdi. (Ahmed, II, 176; VI, 445; İbn-i Sa’d, I, 197)

Zeyd bin Sâbit -radıyallâhu anh- diyor ki:

“Bir gün Allâh Resûlü’nün -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yanında bulunuyordum. Kalabalık sebebiyle, (diz çökmüş olarak oturduğumuzdan) dizi dizimin üzerindeydi. Birden O’na vahiy hâli geldi. Vallâhi, Resûlullâh’ın -aleyhisselâm- dizinden daha ağır bir şey görmedim. Neredeyse dizim ezilecek sandım.” (Ahmed, V, 190-191)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları